17 Ocak 2008 Perşembe

ANILARIMDAN - Niyazi Galipoğulları

I.ci Dünya Turu (1979)

Japonya dönüşünü İstanbul üzerinden yapmayı düşünüyorum. Şarık Abinin de onayını aldıktan sonra, Kobe’de bir seyahat acentesine gittim. Riyadh’dan Kobe’ye doğudan gitmiştim. Doğudan devam ederek İstanbul’a ve İstanbul’da birkaç gün kaldıktan sonra Riyadh’a dönecektim. Fakat uçaklarda yer bulmak olanaksız gibiydi. Acentede çalışan Japon kız, iki gün sonra tekrar uğramamı, bu arada elinden geleni yapacağını söyledi. Sonunda başarılı olmuş bana Kobe – Tokyo – Alaska’nın batı kıyısında şirin bir şehir olan Anchorage – Frankfurt – İstanbul güzergâhında yer bulabilmişti.

Rahat bir yolculuktan sonra İstanbul’a geldim. Bu seyahatin benim için birinci özelliği hep doğuya giderek dünya turu yapmıştım, ikinci özelliği ise Anchorge’ı havadan da olsa görmüş ve gümrüksüz mağazalarında (Free Shop) en çok kürk satılan havaalanı ile tanışmıştım. Sosisli sandviçleri (Hot dog) harikaydı. Sonraları bu havaalanına yine gelecek ve ilk iş olarak hot dog yiyecektim.

II. Dünya Turu (1982)

Süheyla ile karar verdik, dünya turu yapacağız. Güzergah; İstanbul’dan başlayarak; Dubai, Yeni Delhi, Bankong, Singapur, Hongkong, Tokyo, Honolulu (Hawai), San Francisco, New York, Nice, Frankfurt ve dönüş İstanbul. Dubai, Yeni Delhi ve Frankfurt’tan transit geçiyoruz. O yıllarda Pan American (PA) uçaklarının PA1 ve PA2 numaralı uçuşları vardı. PA1 batıdan doğuya, PA2 ise doğudan batıya giderek dünya turunu tamamlıyordu. Biz Singapur ve S.Francisco’ya gitmekle geçici olarak PA2 güzergâhından ayrılmış oluyorduk ama fiyatta fazla bir değişiklik olmuyordu. Önemli fark Singapur’dan geliyordu ama Şarık Abi orayı mutlaka görmemizi salık vermişti.

Yine o yıllarda yurtdışı çıkışları, daha önce işaret ettiğim gibi, iki yılda bir kez olmak üzere sınırlandırılmıştı. Ben S.Arabistan’da ikamet ettiğimden ailece yurtdışı çıkışlarında sorun yaşamıyorduk. Ancak bu çıkışımızda pasaport polisi, pasaportlarımızı uzun uzun inceledi ve bizim yurtdışına çıkamayacağımıza karar verdi. Her ne kadar ben;’’S.Arabistan’dan yola çıksaydım ya da ilk durağım S.Arabistan olsaydı ya da S.Arabistan’a Bangkok’tan gidersek ne olurdu?’’ diye sordumsa da ikna edemedim. Bunun üzerine komiserin hakemliğine başvurduk. Sonuç neyse ki lehimize tecelli etti!

Yeşilköy Havaalanından B–747 uçağına sadece iki yolcu bindi. Sanki kocaman uçak bizi almak için gelmişti. Programımızdaki ilk durağımız Bangkok’a ulaştık. Sonra Singapur ve Hongkong. Çok güzel günler geçirdik. Daha önce Japonya’yı görmüştüm ama Japonya Uzak doğuyu her özelliği ile yansıtmıyordu. Uzakdoğu’da son durağımız Tokyo’da da üç gün kaldıktan sonra ver elini Hawaii Adalarından Oahu Adasındaki Hawaii’nin başşehri Honolulu. Waikiki sahilinde Sheraton Waikiki otelinde kalıyoruz. Sahil göz alabildiğine uzun geniş bir kumsal. Denize indik. Sahil iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık. Süheyla havuza girmeye karar verdi. Ben, buraya kadar gelmişken denize girmeyi tercih ettim. Yalnız yüzmeye başlamak için yüz metreye yakın yürümek gerekiyor. Hem deniz sığ olduğundan hem de sahilin kalabalık olmasından. Hawaii henüz Türkiye’de popüler olmadığından ülkemiz vatandaşlarına rastlayacağımı hiç düşünmüyordum, ama yanılmışım, yanımda bir Türk karı-koca birbirlerine su atarak şakalaşıyor. Erkek karısına belden aşağı şakalar yapıyor, ayrıca akşam yatak programını nutuk atar gibi anlatıyor. Oysa karısı temkinli; ‘’ Böyle konuşma Ahmet (İsmi uydurdum) anlayan olur’’ diye ikaz etmesine karşı kocası; ‘’S..tir ulan kim anlayacak, burada Türk ne arar?’’ diye karısını kibarca(!) ikna etmeye çalışıyor. Ben kahkahalarla gülmemek için yanlarından acele ile uzaklaştım.

Öğle yemeğinde pizza yemeye karar verdik. Pizzalarımızı menüden seçtik ve garsona söyledik. Dört ayrı büyüklükte pizza vardı. Baby – Small – Medium – Large.gibi.Süheyla small bende medum ısmarladım. Biraz sonra pizzalarımız geldi, small olanın çapı en az 30 cm. Medium olanın ise en az 50 cm. Ertesi gün ben small, Süheyla baby ısmarladı.

Hawaii’de üç gün kaldıktan sonra vahşi batının bence en güzel kenti San Francisco’ya geçtik. Gerçekten çok şirin bir yer, sonra doğunun incisi New York’a uçtuk. Havaalanında bizi rahmetli Sadi Gülçelik’in oğlu Ali karşıladı. Kiraladığı limuzin ile otele gittik. Fakat Ali’nin bize kötü bir haberi vardı. Şarık Abi ağır bir trafik kazası geçirmiş ve Lozan’da hastaneye kaldırılmıştı. Muhakkak ziyaret etmeliydim. Biz Nice’te Murat Abi ile buluştuk. Onun Cannes’te evi vardı. Evinde iki gün kaldıktan, harika vakit geçirdikten sonra Lozan’a geçtik. Şarık ağabeyimizi ziyaret ettik ve ertesi gün Basel’den Frankfurt’a oradan da İstanbul’a geçtik. Yirmi dört günlük güzel, dolu dolu bir geziydi.

Turgut Özal ile Suuda Gidiş

Turgut Özal, 12.Eylül.1980 askeri darbesinden sonra kurulan B.Ulusu hükümetinde ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığı görevine getirilmişti. Bu görevinden bilinen nedenlerle ve yeni bir parti kurmak için yirmi iki ay sonra istifa etmiş, 1983 ortalarında Anavatan Partisini kurmuştu. Görevinden istifa ettiği yılın sonuna doğru Enka’dan Özal’ın S.Arabistan’a gideceği ve benim de ona yolda arkadaşlık etmemin uygun olacağı haberi geldi. Ben o sırada Enar’da çalışıyor, arada İstanbul’a geliyordum. Özal’ın gidişi bir tesadüf eseri olarak benim İstanbul’da bulunduğum zamana rastladı. Özal’a darbe öncesi Demirel Hükümetince Başbakanlık Müsteşarı ve DPT Müsteşar Vekilliği görevi verilmişti. Bu sıralarda B.Elçi ve bir yardımcısı ile Riyadh’a gelmiş ve o sırada yeni başlayan Wasia şantiyemizi ziyaret etmişti. Birlikte Riyadh’daki lojmanda yemek yemiştik. Yani Özal ile bir tanışıklığım vardı.

Uçağın ön kısmında beraberdik. Doğrusu üç buçuk saatlik Riyadh yolculuğunun nasıl geçtiğini anlamadım. Sürekli hayatından, çalışmalarından, olayların yorumundan bir şeyler anlattı. Aralara da dini içerikte fıkralar ve hikâyeler sıkıştırmayı da ihmal etmiyordu. Kurmayı düşündüğü parti ile ilgili bir şey söylemedi, ben de sormamıştım zaten.

Oteline bıraktıktan ve bir ihtiyacı olduğunda beni tereddüt etmeden aramasını rica ettim ve kartvizitimi verdim. Ertesi gün aradı ve iki bakanla öğle yemeği randevusu olduğunu, benim de katılmamı istediğini söyledi. Özal’ı otelden aldım ve birlikte öğle yemeği randevusu olan büyük bir spor tesisinin lokantasına geldik. Bakanlardan biri maliye diğeri ise yanılmıyorsam ulaştırma bakanıydı. Her iki bakanı zekâsı ve bilgisi ile adeta eziyordu. Keşke bu zekâ ve bilgisinin yalnız rasyonel tarafını kullanarak ülkemize yararlı olabilseydi. Neyse yemeğe devam edelim. Bu sırada OPEC petrol fiyatına zam yapma kararı almıştı. T.Özal, kelimesi kelimesine olmasa bile, ‘’Yaptığınız zam petrolün fiyatını olması gerekenin üstüne çıkarıyor. Petrol politikasını bu zamla sürdürmeye kalkarsanız kısa bir zaman sonra ekonomik krize girersiniz.’’ dedi. Özellikle 80’lı yılların ilk yarısından hemen sonra petrol üreten ülkeler, petrol fiyatlarının yükselmesi sonucunda önemli tasarruf önlemleri ile dünya petrol sarfiyatının azaldı. Bu önlemler OPEC üyelerine ekonomik güçlükleri de beraberinde getirdi. Petrol fiyatları da bir süre sonra olması gereken düzeye indi. Oysa şimdi petrol ihraç eden ülkeler için tamamen ters, yüz seksen derece ters hem de, bir ekonomik durum söz konusu.

Sheychells’te Yılbaşı (1985)

1985 Yılbaşı için Sheychell’leri seçtik. Gerekli hazırlıkları yaptık. Her şey hazır, Riyadh’dan Cidde’ye uçuyoruz. Sonra AF ile Sheychell Adaklarının başkenti Mahe’ye uçacağız. Biletlerimiz hazır iki çift olarak gidiyoruz, Asude ile Fırat da bizle beraber, toplam altı kişi.

S.Arabistan’da oturma izni olanlardan çıkış giriş (Huruc-u Avda) vizesi isteniyor. Bu vize sadece bir defalık geçerli, sonraki çıkışınızda yeni bir vize alınması gerekiyor. Ben genel müdür olduğumdan bana bir yıllık ve limitsiz huruc-u avda vizesi veriyorlar. Ama ne eşimin ne de çocuklarımın bu tür vizesi var. Onlara her seyahatte vize aldırıyorum.

Perşembe akşamı yola çıkıyoruz. Perşembeleri öğlene kadar çalışılıyor, Cuma hafta sonu tatil günü. Sabah ofiste iken aniden çocuklara vize almadığımı anımsadım. Benim vizem olduğundan sanki onlar için sorun yok gibi şuuraltından düşündüm herhalde. Hem çok az zamanımız var hem de Perşembe. Ortağımıza telefon ettim, durumu anlattım. Canımı sıkmamamı, vize işini halledebileceğini söyledi. Tabii ki benim rahatlamam söz konusu olamazdı. Vizeyi Cidde Havaalanı’ndan alacaktık.

Cidde’ye geldik. Görevli kişiyi ismen aradım. Birkaç dakika sonra elimde pasaportlarla görevlinin odasındaydım. Karşılıklı hatır sormalardan sonra ne içeceğimi sordu. Ben içmek istemiyorum ama ayıp olacak, çay istedim. Pasaport vizeleri tamamlandı ama çay henüz yolda. Yarı Türkçe, yarı Arapça, yarı İngilizce sohbet ediyoruz. Benim gözüm duvardaki saatte. Yelkovan sanki saniyeleri gösteriyor. Zaman almış başını gidiyor ne çare bizim çaylar bir türlü gelmiyor.

Çaylar geldi, kocaman bardak iki yudumda bitti ve son çağrı ile uçağa bindik. Altı saatlik yolculuk beni sakinleştirmişti. Yaşları kim bilir kaç asır olan iki koç büyüklüğünde kaplumbağanın karşıladığı otele geldiğimizde Sheychells havasına girmiştim.

Yeşilin ve diğer renklerin her tonu olan bir tabiat ve güler yüzlü kibar insanlar Sheychells’in özelikleri. Sosyalist bir idare tarzı ile yönetiliyor ve taksilerde, dükkan camlarında o zaman henüz bölünmemiş olan Yugoslavya bayraklarının çıkartmaları dikkat çekiyor. Yugoslavya ile hem kültür-eğitim ve hem de ekonomi alanında çok yakın ilişkiler içinde idiler. Bir ara İngiliz sömürgesi olmuşlar. Hepsi mükemmel İngilizce konuşuyor. Trafik İngiliz usulü, soldan akıyor. Havaalanından Mahe’ye giderken geniş bahçeli ve yeni yapılmış bir caminin önünden geçtik. Genellikle tepelik bir arazisi olan adanın bu kısmı ova gibiydi. Birleşik Arap Emirliklerinden (muhtemelen Dubai) emirin biri bu araziyi satın almış ve zarif bir cami inşa etmişti. Halkın %99’u Hıristiyan’dı. Toplam Müslüman nüfusu kalan %1’in bir kısmıydı.

Wiesbaden (1987)

Çocuklarla gezimizin son durağı olarak Wiesbaden’e gittik, bu denli şirin bir şehri mutlaka görmelerini istiyordum. İkinci gün bir taksi kiraladık ve bağları ile ünlü Rüdesheim’e gittik. Yolda şoförle konuşuyoruz. Şoför aniden hatırlamış gibi, nereli olduğumuzu sordu. Türk olduğumuzu, İstanbul’da yaşadığımızı söyledik. Adeta şok geçirdi, şaka yaptığımızda ısrar ediyor. Kendine göre nedeni; benim bıyıklarım yoktu, hiçbirimiz esmer değildik, çatık kaşlı değildik, yüzümüz gülüyordu, kendi ölçülerine göre kibardık, yüksek sesle konuşmuyorduk. Biz, Türkler hakkındaki kanaatini genellemenin yanlış olduğunu, Bavyeralılarla diğer yörelerdeki Almanların kibarlık ve incelik bakımından ne kadar farklı olduğunu söyledik. Bize hak vermişti ama daha önceden ne olduysa şokun etkisinden tamamen kendini kurtaramamıştı.

İstanbul’a ne zaman döneceğimizi sordu, bizi havaalanına götürmek istiyordu. Ertesi gün aynı taksi ile havaalanına gittik.

Otoyol JV Mukavelesi (1987)

Ankara Gerede ve Ankara Çevre otoyolu yapımı için Bechtel’le ortak girişim – joint venture (JV) ortaklığı kurduk. İnşaat için gereken kredinin önemli bir kısmını Bechtel sağlayacak. Bechtel dünyanın en büyük üç firmasından biri. Bu işle başlayan Enka – Bechtel birlikteliği hala hiçbir sorunla karşılaşmadan devam ediyor.

Otoyol için aramızda JV mukavelesi yapacağız, pilot firma Enka. İş geliştirme bana bağlı olduğundan mukavele hazırlamak benim görevlerimin içinde sayılıyor. Şimdi Enka’nın genel müdürü olan Haluk Gerçek, iş geliştirme biriminin müdürü. JV mukavelesini birlikte hazırlıyoruz. Hazırladığımız mukaveleyi Bechtel’e göndereceğiz onların da oluru ile karşılıklı imzalanacak. Mukaveleyi hazırlarken Enar sırasında Bahreyn Üniversitesi’nin inşaatında Bechtel ile yaptığımız mukaveleyi ve Atatürk Barajı’nda yine Bechtel ile yaptığımız mukaveleyi örnek aldım. Her iki ortaklıkta da Bechtel pilot firmaydı. Otoyol işinde biz pilot olduğumuza göre ve inşaatın cinsini göz önüne alarak mukaveleyi hazırladık. Temize çektikten sonra Bechtel’in San Francisco merkez bürosuna gönderdik.

Bir hafta geçmişti Şarık Abi beni odasına çağırdı. Yüzünün şeklini görünce hayırlı bir iş olmadığını hemen anlamıştım. Gönderdiğimiz örnek mukavelenin kabul edilebilir olmadığını söyledi. Bechtel kabul etmedi ama bende olsam kabul etmezdim demek istiyordu. Ben değil böyle bir tepkiyi, tam tersine takdir bekliyordum, oysa takdir değil tekdir edilmiştim. Maddelerden biri; ‘’ortaklar bir konu hakkında aralarında anlaşamazlarsa pilot firmanın önerisi kabul edilir, uygulama bu doğrultuda gerçekleştirilir, buna karşılık diğer ortağın üçüncü şahıslara başvuru hakkı saklı tutulur’’ şeklindeydi. Ben bu maddeyi Bechtel’in pilot olduğu diğer JV mukavelelerinden değişiklik yapmadan almıştım. Tek fark Enka’nın otoyol işinde pilot firma olmasıydı. Şarık Abiye taraflarca imzalanmış ve örnek aldığım mukaveleleri gösterdiğimde onların yanlış olduğunu söyledi. Maddeyi oybirliği olmadan karar alınamaz şekline dönüştürdük. Sorun çözülmüştü ama benim milliyetçilik duygularım kabarmıştı. Onlar ne yaparsa kabul ediyoruz, biz benzerini yaptığımız zaman onlar itiraz edebiliyorlardı.

Zamanla ve olayların gelişimi ile Şarık Abinin uzak görüşlülüğündeki doğruluğu daha iyi anladım. Hem Bechtel ile işin başlangıcında bir anlaşmazlığa girmemişti hem de bundan sonraki ortaklıklarda, Bechtel pilot firma olsa bile ilgili madde değişmiyordu. Başarının sırlarından biri de buydu demek.

1 yorum:

Neco dedi ki...

Son cümle 68'li olarak nasıl bilinçli yetiştiğimizi gösteriyor. Görünüşte ABD ve AB hep demokrat ve liberaldir. Söz konusu kendi çıkarları olunca şartları onlar belirlerler. Başarı için, yaşam pratiği bizim teoriden farklı davranmamızı gerekli kılıyor.

Hem Bechtel ile işin başlangıcında bir anlaşmazlığa girmemişti hem de bundan sonraki ortaklıklarda, Bechtel pilot firma olsa bile ilgili madde değişmiyordu. Başarının sırlarından biri de buydu demek.

Nejat Uğurlu