31 Ekim 2008 Cuma

BODRUM 40.YIL BULUŞMASI - Veli AKÇAOĞLU

Değerli Dostlar,
23 Ekim sabahı erkenden kalktık. Dostlarımızı yıllar sonra yeniden görmek için sabırsızlanıyoruz. Acaba birbirimizi kolayca tanıyacak mıyız! Yoksa tanıyamıyacak kadar değişiklik oldu mu? Hazırlıklarımızı tamamlayıp saat 11.00'de yola çıktık. Önce Seferihisar'daki yazlığa uğrayıp, belki lazım olur diye mayo ve şortlarımızı aldık. Saat 14.00 te tekrar yola koyulduk. Orada burada oyalanarak, Kuşadası, Söke, Milas üzerinden Bodrum'a vardık. Bir gece önceden Google Earth'te yerini saptamamıza karşın, oteli araya sora bulduk. Saat 18.00'de giriş yaptık. Bizden önce 5-6 aile gelmiş. Yemekte onlarla karşılaştık ve ilk sohbeti başlattık. Yemekten sonra, lobideki bar salonunda sohbetler koyulaştı. Abdülkadir'in hastaneden çıkıp topallayarak gelmesi, Hasan'ın son zamanlarda yaşadığı sağlık sorunlarına karşın onca yolu teperek bizlere katılması duygulandırıcı davranışlardı. Hiçbir bahanesi olmadığı halde aramıza katılmayanlara örnek olmasını diliyoruz. Özellikle Bodrum'un yakın çevresinde ikamet ettikleri halde kutlamaya katılmayanlara. Gece geç saatlere kadar süren sohbetlere doyum olmadı. Yol yorgunluğu, zor da olsa dostlarımızdan yarına kadar ayrılmamıza neden oldu.
24 Ekim sabahı da erken kalkıp kahvaltı salonuna indik. Kahvaltı bahanesiyle yıllardır görmediğimiz dostlarımızla doya doya sohbet ettik. Yemek salonundaki masa düzeni değiştirildi. U şeklinde dizilen masalar, çevredeki dostları daha iyi görme fırsatı yarattı. Birkaç yılda bir düzenlenen bu etkinliklere aynı kişilerin katıldığı anlaşılıyor. Bu yıl hiç görmediğimiz bazı arkadaşlar da aramıza katıldılar ve geçmiş yıllardaki ihmalkarlıklarını bundan sonra tekrarlamayacaklarına dair söz verdiler. Kahvaltı sonrası biz, Yılmaz Tansu'larla yarımada kıyılarını dolaşmağa çıktık. Dostlarımızdan bir kısmı Bodrum'u gezmeğe gitti, bir kısmı da Ali Özcan'la tekne gezisine çıktılar. Orhan, değerli eşi Mine'yi karşılamak için otelde kaldı. Mine'nin gelmesi keyfimize keyif kattı. Akşam yemeği için topluca Gümüşlük'te bir sahil lokantasına gittik. Nefis mezeler, lezzetine doyamadığımız balık çeşitleri ve rakı sohbetleri koyulaştırdı. Okul sıralarında doğru dürüst birkaç cümle bile konuşamadığımız arkadaşlarımızla yeniden dost olduk. Kayıp yılları telafi için -hiç konuşmaz - diye eleştirilen dostlar doyumsuz sohbetlere giriştiler. Eşlerimiz birbirini tanıdıkça, anlatılanları dinledikçe birbirimize ne kadar benzediğimizi hayretle farkettiler. Gece geç saatlere kadar süren ziyafet, unutulmayacak anılarımız içindeki yerini çoktan hak etti. Otele dönünce sohbetler, yorgunluk ve uykusuzluk kendini hissettirinceye kadar devam etti.
25 Ekim 40. Yıl kutlamalarının son günü. Gece geç yatmaktan dolayı sabah 7.30'da denize girme sözü verenler kolay uyanamadı. Kahvaltıya bile geç katıldılar. Kahvaltıdan sonra herkes hazırlıklarını yaptı ve iskeleye indi. İki yepyeni, pırıl pırıl tekneye dağıldık. Beyaz olsalar kuğu gibi diyeceğim ama değil. Deniz kelebeği bunlar. Mavi dalgalar üstünde süzülerek kıyı kıyı yol aldılar ve cennet koylardan birinde yanyana demirlediler. Koydaki su akvaryum gibi. Mayo getirenler hemen denize atladılar. Kimi çivileme, kimi dalarak. İlk anda üşüseler de kısa zamanda suyun serinliğine alıştılar. Uzun uzun keyifle yüzenler öğlen üstü birer ikişer çıkıp giyindiler. Kıç güvertede hazırlanan açık büfedeki yemek ve tatlılar hem çeşit bakımından zengin hem de çok lezzetliydi. Yemekten sonra tavla oynadık. Kutlay'ın kabul günüydü. Herkese yenildi. Şükrüye Hanım, Haydar Gürbüz'ü evire çevire yendi. Güzel vakit geçirdik. Güneş alçalmağa başlayınca serin bir rüzgar çıktı. Kimi havlulara sarınarak, kimi de daha sıkı giyinerek oturdu güvertede. Tekneler dönüşe geçince rüzgar üşütücü bir biçimde esmeğe başladı. Sohbetler teknenin güverte altındaki salonunda sürdürüldü. İskeleye yanaşır yanaşmaz herkes dağıldı ve odalara gidip akşam yemeği hazırlıklarına başladı. Sunay Hanım da arabayı alıp saçını taratmağa gitti. Yarım saat kadar sonra endişeli bir sesle, kaza yaptığını, hemen gelmemi istedi. Orhan'ın arabası ile çıktık. Hasan da yardımımıza koştu. Biraz zor da olsa Sunay'ı bulduk. Teselli ettik. Araba yokuş aşağı kontroldan çıkmış. Sunay da durmak için bir duvara çarptırmış arabayı. Fazla bir hasar yok. Araba çalışıyor. Böyle kazalar herkesin başına gelmiştir. Fazla büyütülmemesi gerekir. Çünkü Sunay Hanım neredeyse 40 yıllık şoför. Elinde olsaydı, çaresi olsaydı bu kazayı yapmazdı. Doğrusunu isterseniz vukuatı benimkiler yanında solda sıfır kalır. Orhan'la Hasan otele döndüler. Yasal prosedür gereği olan tutanaklar tutulduktan, alkol ölçümü yapıldıktan sonra araba ile otele döndük. Hazırlanıp, biraz geç de olsa yemek salonuna indik. Geçmiş olsun dilekleri ve teselli edici sözler bizleri teskin etti. 40. Yıl konuşmaları yapıldı. Ali Özcan, gelecek günlerin etkili politikacısı olacağının belirtisi sayılacak bir söylev yaptı. Ses düzeni ve müzik yoktu ama ne gam! Böylece herkes rahatça sohbet etme olanağına sahip oldu. Müzikli toplantılarda en çok şikayet konusu olan rahatsız edici gürültüden kurtulmuştuk. Ama uygun seviyede bir müziğin eksikliğini duymadık dersem yalan olur. Uçakta bu gece için yer ayırtanlar erken ayrıldılar. Gece geç saatlere kadar süren sohbetler, "yarın vedalaşırız" sözleriyle son buldu. Herkes yorgun ama güzel bir gün geçirdikleri için mutlu olarak odalarına döndü.
26 Ekim sabahı da erken kalktık. Erken yola cıkacak olanları yolcu edeceğiz. Vedalaşmalar kahvaltı ile başladı ve lobide de sürdü. Biz üç dört aile, en sona kalanlar arasındaydık. Remzi Lakerta, İzmir'e dönenleri yol üstündeki Çine Barajı'nı görmeğe davet etti. Orhan ve Mine, ben ve Sunay, Yılmaz ve Günser Hanım, toplantıya yalnız katılan Kutlay, Remzi ile Cemile Hanım'ı takip ederek baraj inşaatına vardık. Görevli mühendisler ve Remzi, ülkemizin önemli barajlarından biri olan beton gövdeli Çine Barajı hakkında ayrıntılı bilgiler verdiler. Resimler çektik. (Bu resimlerden bir kısmını ilişikte görebilirsiniz) Baraj inşaatını gövde üst kotundan bir süre seyrettikten sonra öğle yemeği için şantiye binasına gittik. Remzi güzel bir sofra hazırlatmış. Ali Özcan alınmasın ve sizler de özenmeyin ama masadaki meze ve yemekler hiç de oteldekilerden aşağı değildi. Kutlay rakı kadehlerine sanki kedinin çiğere baktığı gibi imrenerek bakıyordu. Onu üzmemek, özendirmemek için rakılarımızı neredeyse gizli bir şekilde içiyorduk. Rakı yudumları boğazımızdan mideye inerken de aldığımız tadı belli etmemeğe gayret ediyorduk. Yemekte ne yoktu ki! İyisi mi fazla yer tutmasın diye mezeleri atlayıp tandırla başlayayım. Az rastlanacak lezzette bir tandır pişirmiş usta aşçılar. Herkes tıka basa yedi. Sora tatlıya geldi sıra. Kabak tatlısı vardı. Öyle bildiğiniz sıradan bir kabak tatlısı değil bu. Aydın yöresine has bir kabak tatlısı. Çok ince dilimler halinde kesilen kabak, pişerken dağılmasın diye kireç kaymağında bekletiliyormuş. Neredeyse yufka inceliğindeki dilimler şekerde pişirilince şeffaflaşmış. Tabağa konmuş turuncu-kırmızı bir kumaş yığınını andıran tatlı bol cevizle ikram edildi. Lezzetine diyecek yok. Böylesini hiç yememiştim doğrusu. Bu tatlının öncesinde mi, sonrasında mı ikram edildiğini iyice anımsamıyorum ama yediğimiz baklava ve kadayıfı da unutabileceğimizi sanmıyorum. Daha sonra kahve içimek için salona geçtik. Burada da meyve ikram edildi. Hem de öyle az buz değil, koca tabaklarla. Boğazımıza kadar tıka basa dolan midelerimizde bunları alacak yeterli yer ne yazık ki kalmamıştı. Remzi ve Cemile Hanım kendilerini ev sahibi olarak görüyor, etrafımızda dolanıp duruyorlardı. Bir karşımızda el pençe divan durmadıkları kalmıştı. Saat 17.00 sıraları vedalaşırken şantiye binaları önünde yetiştirdikleri deve dişi narlardan birer ikişer tanesini ellerimize tutuşturdular. Vedalaştıktan sonra, gece karanlığına kalmadan evlerimizde olmak isteğiyle arabaları topukladık.
2008 yılının en güzel günlerini geçirdiğimiz 40. Yıl Kutlama Toplantısı böylece sona erdi. Herkese sağlıklı günler diliyorum. Lütfen kendinize iyi bakın. Gelecek yıllarda yapacağımız toplantılara fire vermeden ulaşalım. Selam ve sevgilerimle.
Veli Akçaoğlu

Hiç yorum yok: