Amerikalı Kadın Askerler Dahran’da.(1991)
ABD Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesi ile S.Arabistan’a askeri yığınak yapmaya başlamıştı. Kuveyt sınırına yakın yerlerde askerleri için barınaklara ihtiyaç vardı. Fakat bu barınakları ABD şirketlerine ya da bilinen yabancı şirketlere yaptırmak istiyorlardı. Bu durumlarda öncelik daima Bechtel’de olurdu. Sonraki harekâtlarda da öncelikler değişmediği görülüyordu.
Biz Enka olarak Ankara Otoyolunu Bechtel ile JV ortaklığında yürütüyorduk. Bechtel barakaları birlikte yapma teklifinde bulundu. Biz de prensip olarak kabul ettik. Bechtel üst yönetiminden R.Polvi ile Dahran’a gittik. İlk defa savaş tehdidinde bir ülkeye gidiyordum. Dahran S.Arabistan’ın hareketli kentlerinden biri iken sessizleşmiş, tenhalaşmış sanki atom bombası düşmüş gibiydi. Mangalda kül bırakmayan o mağrur Suudilerin yerini konuşmaktan bile çekinen yabancılara yanaşmaktan korkan yeni bir Suudlu tipi almıştı. Etrafa yan gözle bakıyor ve kendilerinin varlığını belirtmemeye çalışıyorlardı.
İlginç olan diğer bir husus ABD kadın askerlerin fütursuzluğuydu. Saçları rüzgarda dalgalanıyor, birbiri ile yüksek sesle konuşuyor, kepleri başlarından düştü düşecek, bazılarının kafasında zoraki duruyor, ceketlerinde göğüslerine yakın düğmeler de kendi memleketlerinde olduğu kadar açık. Oysa normal zamanlarda bu hanımlar mutavvadan birkaç değnek yer zorla evlerine gönderilirleri.
Yabancı bir ülkenin korumasında yaşamak zorunluluğu o milleti her türlü gelenek, kural ve kendi yasalarından ne ölçüde ödün verebileceğinin canlı örneğini görüyordum. Bu gözlemim bana o kadar çok şey anımsattı ki. Yazarsam konumuzun dışına çıkacağım için ve okuyucunun tarih kültürüne olan güvenim tam olduğundan yazmayı gereksiz gördüm.
İlk gemi gezisi (Aralık/1993)
G.Alsop Bechtel tarafından proje müdür yardımcısı, çok iyi anlaşıyoruz, okuyucunun kızmayacağını bilsem Türk elemanlardan daha iyi anlaşıyoruz diyebileceğim. George de benim gibi seyahat hastası. İş dışı konuşmalarımızın başlıca konularını seyahatlerimiz oluşturuyor. Gemi seyahatlerini tercih ediyor, özellikle Pincess Cruises denizyolları en fazla tercih ettikleri gemi gezi şirketi. Alsop çifti her yıl bazen bir bazen iki kez gemi seyahati yapıyor. Bana da beraber gitmemizi teklif etti. Yapı grubu müdürü Tamer Bilgiçer de bize katıldı, altı kişilik grup olarak Noel zamanı gemi gezisi yapmayı kararlaştırdık. Bir kısım Karayip adalarına uğradıktan ile Panama Kanalı’ndan geçecek Meksika’da iki limana uğrayacaktık. Gezimizin son durağı Los Angeles olacaktı.
Alsop çifti ile gezinin başladığı ABD’ye bağlı özerk bir ülke olan Porto Rico’nun başkenti San Juan’da buluşmayı planladık. Bilgiçerlerle birlikte Frankfurt üzerinden San Juan’a gittik. Kalacağımız otelin (Sands Hotel) rezervasyonunu önceden ben yapmıştım. Otele gittik, giriş işlemleri için kuyrukta bekliyorum, sıra bana geldi, görevli bayan özür dileyerek kalacağımız üç akşamdan ilkini başka bir otelde geçireceğimizi son iki akşam için bir sorun olmadığını söyledi. Böylesi bir uzun yolculuktan sonra bu haber hepimizde soğuk duş etkisi yapmıştı. Ben kabul etmek istemiyorum ama başka çare yok gibi görünüyor çünkü o akşam otelde büyük bir düğün varmış. Zaten oteldeki müşterilerin kıyafetleri dikkatimi çekmişti. Uzun tartışmalardan sonra bir anlaşmaya vardık. Akşam yemeğinde otelin lokantasında otelin davetlisi sayılacağız, diğer otele gidiş ve dönüşümüz organize edilecek, ayrılırken limana gidişimiz de otel aracılığı ile olacaktı.
Porto Rico’da yaşayanların çoğunluğu İspanyol kökenli olduğundan resmi dil İngilizce olmasına rağmen konuşma dili İspanyolcaydı. Bilmeyen için İspanya’ya bağlı bir ülke zannedilebilirdi. Yalnız boğa güreşi âdeti adaya taşınmamıştı. Mimari yüzde yüze yakın İspanyol mimarisi. İngilizce konuşan bir yana İngilizce bilen bence nüfusun yüzde yirmisinden fazla değildi.
Güzel bir yemekten sonra, düğün başlamadan lobi ve kumarhane salonunda düğün için dans antrenmanı yapan çiftleri bir süre seyrettik. Dansları tam anlamıyla büyüleyici bir ahenk içinde devam ediyordu. Anlaşılan Porto Ricolular boş zamanlarını dansla değerlendiriyorlar.
Saint Thomas (Aralık/1993)
San Juan’dan belediye orkestrası eşliğinde ayrıldık. İlk limanımız ABD’ye bağlı Virgin Adalarından St.Thomas. Minik bir ada ama ABD etkisi hemen kendini gösteriyor. Limandaki taksilerin tamamı kuyruklu Amerikan arabaları. En uzun yol on kilometreden fazla değil. Yolları, arabaları ve binaları ile ada değil sanki bir ABD kasabası. En önemli turistik eşyası kıymetli taşlar ve mücevherat.
Limanda deniz altı gezisi için küçük bir denizaltı duruyordu. Bana çok ilginç geldi. Balıklarla birlikte güzel bir gezi oldu. Yalnız gezide küçük bir şike vardı, dalgıç denizaltının yanında yüzerken balık yemi atıyordu. Bu güzel bir taktikti, balıklar denizaltının her yanını çevreliyordu.
Martinique (Aralık/1993)
İkinci liman; Martinique, Karaiplerdeki türistik 1,000 Km.2’lik minik bir Fransız adası. Bölgeden geçen gezi gemilerinin uğrak yeri. Biz de bu şekilde gitmiştik. Gemiden filikalarla Fort-de-France’ın iskelesine taşındık. Birlikte olduğumuz Alsop çifti daha önce buraya geldiklerinden gidilecek yeri biliyorlar. Limandan şehir hatlarından bir vapura bindik, on beş dakika kadar sonra başka bir limana çıktık. Hemen yanında bir otele girdik, deniz kenarındaki kabinlerde mayolarımızı giydik peşinden kendimizi okyanusun sularına bıraktık. Güneşlenmeye çok uygun bir bahçesi vardı. İsterseniz gölgede isterseniz güneşte kalabiliyorsunuz.
Güneşlenirken genç güzel bir Fransız kızı elinde mayolarla geldi. Bayanlara mayo satıyordu. O sırada yol arkadaşlarım George ve Tamer’le beraberiz. Hanımlar denizde. İyi ama dedik, mayonun vücutta görünüşünü nasıl anlayabileceğiz. Kendisi bikini mayolu. Hemen üst kısmı çıkardı seçtiğimiz mayonun üstünü giydi. Son derecede rahattı. Sağ ol ama tamamını görmek istiyoruz deyince hiç tereddüt etmeden alt parçayı da çıkardı. Gözlerimiz fal taşı gibi açılmıştı ama mayo çıkınca onun da altında ince bir mayo daha vardı. Kız işin profesyoneli olmuştu, her türlü gösteriye kendisini hazırlamıştı.
Gemideki akşam yemeği sırasında gündem buydu.
Grenada Adası (Aralık/1993)
Üçüncü liman adını ilk kez duyduğum Grenada Adası, İngiliz sömürgesi iken bağımsızlığını çok yeni kazanmış bir ülke. Tarihinin magazin yönü; bağımsızlığını o sırada ABD başkanı olan R.Reagan’a borçlular. Reagan’ın isteği İngiltere başbakanı, aralarında su sızmadığı bir sırada M.Thatcher tarafından kabul edilmiş. Bina duvarlarında Reagan’a teşekkür yazıları dikkati çekiyor.
Tropikal bitki örtüsüne sahip, güzel bir ada. Adalar takımı ise de ana adayı ölçü almak daha doğru olur. Diğer adalar ana adaya göre çok küçük kalıyorlar. Yüzölçümü 344 Km2 Tamamına yakın insanları zenci ve yapılı ama kişi başı milli gelirleri 5,000 doların altında. Nüfusu 100,000 kişiye yakın ama nüfus yapısına bakınca, değerler tutmuyor. Ülkedeki erkeklerin çoğu ülke dışında çalıştığı için kadın nüfusunun toplam nüfusa oranı %90 mertebesinde. Her yerde kadınlar var, her işi kadınlar yapıyor, tek tük erkeklere rastlayabiliyorsunuz, emekli, asker, polis ve devlet memuru olarak. Turizm en önemli gelirleri olduğu bilinci ile turistlere olan davranışları sıcakkanlı ve kibardı.
La Guaira ve Caracas (Aralık/1993)
Dördüncü limanımız Caracas’ın limanı sayılan La Guaira. Caracas 1,000 metre kadar deniz seviyesinden yüksek olduğundan deniz yolu ile gelenler, Venezüella’nın başkentine limanı başkente bağlayan otoyoldan gidiyorlar. Biz de kiraladığımız bir minibüsle Caracas’a gittik. Yol, geniş olmasına rağmen sıfır poligonunun sağlanması için bol virajlı olduğundan kolay bir yol değildi. Yağmuru bol olan bir bölge olduğundan bitki örtüsü zengindi. Şehre yaklaşırken geniş alanları kaplayan gecekonduları görüyorduk. Buradakiler, bizdeki gecekondularla kıyaslanamayacak sefillikteydi. Hem yapısal hem de sağlığa uygunluk bakımından. En önemli nedenlerinden biri, yasaya göre gecekondulara belediye hizmeti götürülmüyordu. Bizde gecekondu bölgeleri oy deposu sayıldığından belediye hizmetleri, inşaatı bitmeden gecekonduya ulaşır. Ankara otoyolunda kamulaştırma şeridi içinde kalan gecekondulara yörenin belediyesi, tekrar kurulabilmeleri için devlet arazini resmi olmasa kendi malıymışçasına tahsis etmişti bile. Gecekondu sakinleri daha taşınmadan elektrik direkleri dikilmiş, trafo konmuş elektrik getirilmişti.
Curaçao (Aralık/1993)
Beşinci limanımız Hollanda’ya ait, Henri Charriere’in (Kelebek-Papillion) sürüldüğü cüzamlıların toplandığı Curaçao Adası oldu. Yerlilerin çoğunluğunu Grenada’da olduğu gibi zenciler oluşturuyordu, farklı olarak adada önemli sayıda beyaz nüfus vardı. Yaşam düzeyinin yüksek olduğu anlaşılıyordu. Güney Amerika’dan ithal edilen petrolün ilk depolandığı yer burasıydı. Göz alabildiğine tank çiftliklerini görmek mümkündü.
Willenstadt adanın başkenti, bizim karaya indiğimiz şehir aynı zamanda. Bir kanalla hem ada hem de şehir ikiye ayrılmış. Kanalın karşı kıyısındaki binalar hem şekil hem de konum bakımından Amsterdam kanallarının kıyılarındaki binaların karbon kopyası denecek kadar benzer.
İnsanlar, ekonomik yönden iyi durumda olduklarından, son derece sıcak ve cana yakın. Yüzlerinden mutlu olduklarını anlamak çok kolay. Benzer yüzler Khartoum’da da vardı ama fakirlik diz boyu idi. Acaba ekonomik durumları bozulsa çehreleri nasıl olur diye insan düşünmeden edemiyor.
Panama kanalı(Aralık/1993)
Beşinci noktamız bir mühendislik harikası olan Panama Kanal geçişiydi. Sabahın ilk saatlerinde kanalın doğu girişine geldik. Kanala aynı anda giriş olmadığı için gemiler sıraya girmiş geçiş iznini bekliyordu. Kotralar ise daha küçük çaplı gemilere ekleniyor, batı çıkış ağzına geçebiliyordu. Gemimiz yolcu gemisi olduğundan bekleme süresi iki saatten fazla olmadı.
Giriş ağzına geldik. Aslında giriş havuzu demek gerekiyor. Çünkü Atlantik Okyanusu ile Pasifik Okyanusu ile aralarındaki kara parçasını kot farkı teknik çözümde çok etkili bir biçimde kullanılmıştı. Geminin bir şekilde yükseltilerek sonra da alçaltılarak kanaldan geçişini sağlamak gerekiyordu. İşte bu yükseltmeler için havuzlar kullanılıyordu. Havuzların doldurulması için gerekli su Gatun Gölü’nden temin ediliyordu. Göl deniz seviyesinden 26 metre yükseklikte olduğundan suyu kolaylıkla kanalı besliyordu. Kanalın uzunluğu 80 kilometre, genişliği en dar yerinde 90 metre en geniş yerinde 300 metre civarındaydı.. Panama Kanalı doğudan batıya ya batıdan doğuya geçecek gemilere 13,000 Km.lik yol kazandıran çok önemli bir suyoluydu. Çalışma prensibi aşağıdaki sitelerden izlenebilir.
Geçiş süresi sekiz saati buluyordu. Kanalın dar olan yerlerinden geçerken, gemini üst güvertesinde oturuyorsanız ya da kamaranız yukarılarda ise kanala baktığınızda suyu göremediğiniz için gemi karada ilerliyor gibi görünüyordu. Pencerenin hemen önünde ağaçlar, tropikal bölgeye özgü bitki örtüsü yanında kuşlar dallardan bizi seyrediyordu. İnsanın kanalı geçerken hissettiği olağanüstü duyguların anlatılması gerçekten kolay değil. Havuzlara geldiğimizde işçilerin karıncalar gibi çalışması yanında 20.ci yüzyılın başından kalan palanga ve sistemlerin düzenli çalışmaları güzel görüntüleri oluşturuyordu. Bütün donanım bakımlı ve yeni yenilenmiş gibi. Kanalın işletmesini ABD üslenmişti, gelecek yıl -1994- işletme hakkı Panama’ya devredilecekti.
Acapulco (Aralık/1993)
Panama Kanalından geçtik ve kuzeye yöneldik. Sonraki limanımız Meksika’nın turizm merkezlerinden Acapulco. Sırası ile Kosta Rica, Nikaragua, El Salvador ve Guatemala sahillerinden Meksika Pasifik sahiline girdik ve Acapulco’ya ulaştık. Hava sıcak ve nemli, nefes almakta alışıncaya kadar güçlük çekiyoruz. Yine bir minibüs kiraladık. Sahilden Princess Oteline gidiyoruz. Sahil yolu bazı kesimlerde denizden elli metreye kadar yükseliyor. Yolun deniz tarafındaki villalar, belki saray yavrusu demek daha doğru, kıyıdan yukarılarda kartal yuvası gibi yerleşmiş. Hollywood’un ünlü artistlerinin mahallesi sanki, herkesin bir villası vardı. Villalardaki peyzaj mimarisi görmeye değer. Princess Hotel’e geldik. George bahçe düzenlemesini görmemizi önerdi. Gerçekten dediği kadar hatta daha fazlası ile güzeldi. Otelde ünlülerle her an karşılaşmak olasıymış.
Geri dönüşümüzde bir cafenin terasında oturduk. Karşımızda denizden yükselen kayalıklar, yüz elli metre olduğunu söylediler. Kayalığın tepesine bir şekilde çıkan Meksikalı gençler, oradan denize atlıyorlar. Bizim adrenalimiz yükseldi, onlarınki ne olmuştur kim bilir. Denize ulaşmadan kayaya çarpıp parçalanmak işten değil. Çok şükür oradayken böyle bir kazaya tanık olmadık.
Yarım saat kadar yaklaşık 250 metre uzağımızdaki gösteriyi merak ve korku ile izlerken bir şeyler içtik ama doğrusu ne içtiğimi hatırlamıyorum. Kalkarken içilenlerin yanında adet olduğu üzere seyir ücretini de ödedik. Acapulco’lu gençler para kazanma yolunu bu denli tehlikeli gösterilerle bulmuşlardı.
Cabo San Lukas (Aralık/1993)
Gezideki son limanımız Baja Yarımadasının güney ucundaki Cabo San Lukas. Bu limandan sonra Los Angeles limanından gemiyi terk edeceğiz.
Çoğu limanlarda olduğu gibi belediye orkestrası ile karşılandık, tek eksiklik bizdeki kılıç kalkan ekibi. Bazı limanlarda yerel oyunlar da orkestraya katılıyordu. Yalnız burada diğer limanlardan farklı olarak karşılayanlar içinde iri bir kedi büyüklüğünde kocaman gözlü timsah ile kertenkele karışımı suratlı bir iguana vardı. Sahibinin kucağında, gemiden inen yolculara şaşkın şaşkın bakıyor. Hanımlar çığlık çığlığa, merdivenden inen iguanadan on metre uzakta durmayı tercih ediyor. Türklük var ya bizde hiç tetiğimi bozmadım. İguananın sahibinin dikkatini çekmiş olmalıyım, iguana ilk ziyaretini benimle gerçekleştirdi. Kucağımda karşılıklı birbirimize bakıyoruz. Sevimli hayvan diyeceğim ama sevimliliğin ‘s’si yok. Bu arada bütün objektifler bize dönük, flaşlı ve klikli bir ortam içindeyim. Bir yeri ziyaret eden bir başbakan, ya da ünlü biri ruh halindeyim. Fotoğraflarım başta ABD olmak üzere her yere ulaşmıştır sanırım bu ilginç yöntemle. İguanayı sahibine küçük bir bahşişle geri verdim. Sahibinin kazancı bu hayvan sayesindeydi.
San Lucas tam bir turizm beldesi. Mağazalar, cafeler ve lokantalar ön planda, tabii bir de döviz büroları. George’nin dünya tatlısı eşi Anna, bu şehri çok seviyor, bizi bir cafeye götürdü. Cafenin girişe göre karşı duvarında palangalı bir düzenek var. Hanımlar için yapılmış özellikle. Anna, ayakucunu direğe getirerek yerden on santim yükseklikte ve duvara dik duran yatay platformun üzerine yattı. Ayak bilekleri palanganın halatları ile sıkıca bağlandı ve cafedeki görevli palanganın ipini çekerek Anna’yı ayaklarından yukarı tepe üstü kaldırdı. Turistik bir işkence aleti.