19 Şubat 2008 Salı

HATIRLADIKLARIMDAN - Berat Karabay

YEŞİLKÖY’DEKİ UÇAK

Sene 1977… İstanbul’da Yesilkoy Havaalanının Askeri Alan kesiminde uçak sığınakları inşaatı yapılacak.Müteahhit KİSKA..

Ben de Müşavir firmada görevliyim..

Müteahhit firmaya yer teslimi için Yeşilköyde belirtilen günde toplandık..ve yer teslimi yapıldı.Müteahhit firma işe başladı..

2 gün sonra şantiye şefi gelerek aplikasyon yaptıklarını ancak bir problem olduğunu bana bildirdi. Aplikasyon sonucunda uçak sığınaklarından birinin inşaatına başlamak mümkün değildi.Çünkü orada kaza geçirmiş bir uçak vardı.

Ben hallederiz,bu iş kolay…uçağı 100 metre ileriye çektiririz,olur biter dedim.

Ertesi günü şantiye şefi ile beraber Yeşilköy Havaalanı Teknik Müdürlüğüne gittik…durumu anlattık..uçağı biraz ileriye çektirirlerse inşaatımıza başlayacağımızı söyledik…Ancak Teknik Müdürün verdiği cevap bayağı enteresandı…bizim hiç aklımıza gelmeyen bir şey söylüyordu.Teknik Müdür’ün söyledikleri özetle şöyleydi.Bu uçak Suudi Arabistan’dan hacilarimizi getiren uçak.Uçak yabancı bir havayolu şirketine ait.Yeşilköyde inişe geçtiğinde pistten çıkmış ve hasar görmüş,kullanılmaz duruma gelmişti.Bu durumda uçak gümrük mevzuatı hükümlerine tabi oluyordu..Yazışmaları uzun bir süre önce başlatmışlar ancak henüz bir sonuç alamamışlardı.Bu aşamada uçağa müdahalede bulunmaları mümkün değildi.

Neyse biz şoke olarak döndük..ve bu uçakla ilgili olarak yazışmalara başladık..

Ancak bir sonuç almak çok zordu..bu kesimde müteahhit inşaata başlayamıyordu.

Böylece yazışmalarla 2 ay geçti.

………….

Bir sabah şantiyeye geldim..İnşaat sahasında dolaşmaya başladım..O da ne gözlerime inanamıyordum..Uçak yerinde değildi..Civarı kolaçan ettim.Uçak yoktu.

Hemen heyecanla ve merakla şantiye şefine gittim.Uçak nerede diye sordum.

Şantiye Şefi bana hiç inandırıcı gelmeyen bir şey söyledi.

Uçak dün gece çıkan fırtınada havalanmış ve yerden 50 metre kadar yükselerek askeri uçakların park ettiği 1 km uzaklıktaki aprona konmuştu..üstelik hiçbir uçağa en ufak bir zarar vermeden…

Hiç tatmin olmamıştım..Askeri havalanı kesimine gittim..Pilot yüzbaşılarla konuştum..Kendileri olayı doğruladılar,çok şükür ki hiçbir yere zarar vermeden uçak çok uygun bir yere diğer uçakların yanına konmuş dediler..

Birkaç saat sonra Şantiye şefi ile beraber Teknik Müdüre durumu anlatmak için gittik…Kendisi haberi daha önce almış..Bizi gülerek karşıladı..Bu fırtınaya ne kadar teşekkür etsem az dedi..Beni büyük bir yükten kurtardı…Bu uçağı oradan nasıl alacağız diye gözlerime uyku girmiyordu dedi…

Ertesi günü Şantiye Şefi geldi….artık uçak olmadığına göre inşaata başlayabilir miyiz diye sordu..

Ben de kendisine tabii başlayın ama elinizi çabuk tutun..başka bir uçak gelirse

Yine fırtına beklemek zorunda kalırsınız dedim…ve gülüştük.

O gün uçakların kendi kendilerine pilotsuz da uçabileceklerini öğrenmiş oldum.

12 Şubat 2008 Salı

MÜHENDİS OLARAK İLK İŞİM - Niyazi Galipoğulları

Giresun’da İş Başlıyor (1968–1970)

Okul bitti (1968) fakat ben tek dersten, ‘’İşletme Ekonomisi ve Muhasebe’’den güz dönemine kaldım. Diplomamda mezuniyet tarihi’’1968 Güz’’ dönemi diye yazıyor. Önce üzülmüştüm, ama öte yandan bu başarısızlığımın bana kısa da olsa bir tatil imkanını vereceğini nereden bilecektim.

Şarık Abi ile konuşuyoruz. ‘’Niyazi’’ diyor. ‘’Giresun’da SEKA-Aksu Kâğıt Fabrikası’nın inşaat ihalesini kazandık. Etrafı görsen, İsviçre. Yer Aksu deresi vadisinde, iki tarafta yamaçlar yemyeşil. Fındık bahçeleri ile ormanları ile cennet gibi bir yer. Seni oraya göndermek istiyoruz.’’ Şaşırmıştım ama doğrusu hoşuma da gitmişti. Mühendisliğe büyük bir inşaatta başlayacaktım. Düşünmeden ‘’evet’’ dedim. Babamla da konuşursa daha rahat olacağımı söyledim. Babamın cevabı ben evet dedikten sonra, belliydi.

Bir hafta sonra uçakla Ankara üzerinden Samsun’a gittim. Ben o güne kadar İstanbul’un dışında İzmir ile Ankara’yı biliyorum. Samsun’dan karşılamaya gelen araba ile Giresun’a geldik. Yol boyunca etrafı inceliyorum. Yeşilin her tonunu görmek mümkün. Doğa bütün cömertliğini gözler önüne sermiş. Giresun’u geçtik, sahilden üç kilometre kadar gittik sonra yedi kilometre kadar güney yönüne girdik. Karşımızda gelecekteki fabrikanın yeri. Aksu deresi bir takım adacıkların kenarında gürül gürül akıyor. Derenin iki yanındaki düzlüklerde manda kafaları. Hepsi bize bakıyor. Hiçbiri kımıldamıyor. Bir süre sonra büyük bir zevkle yaptıkları çamur banyosundan mahrum kalacaklarını anladılar galiba. Vadinin tabanı genellikle sazlık ve bataklık. Vadi yamaçlarında birbirinden en az üç yüz belki beş yüz metre uzaklıkta genellikle iki katlı köy evleri.

Proje müdürümüz Gurhan Çelebican (Gurhan Abi). Yardımcıları Ali Kuşi (Ali Abi), Nejat Gül (Nejat Abi); benle Ali İhsan Yılmaz arazi mühendisleri. Hepimiz o sırada Giresun’un en lüks (!) otelinde kalıyoruz. Bütün Giresun geldiğimizi biliyor. Vali, belediye başkanı, eşraftan kişilerle tanışıyoruz. Her şey çok iyi ama Giresun’da en önemli sosyal ve ekonomik sorun işsizlik. Hepsi aynı şeyleri düşünüyor anlatıyor. İş başlayınca işçi ve özel sektöre ekmek kapısı açılacak.

Program yaptık, çamur temizliği ile işe başlıyoruz. Giresun’daki imkanları da kullanacağız. Ancak başlangıçta kendi kamyon ve kazı makinelerimizi getirdik ve işe başladık. Öğleden sonra da durdurulduk. Giresun ve çevresinde ne kadar boş kamyon varsa hepsi şantiyede. ‘’Bizim kamyonlarımız varken buraya yabancı kamyon sokmayız, biz çalışmak istiyoruz.’’ Biz de kabul ettik ve ertesi gün hepsi işbaşı yaptı. En az otuz kamyon. Kamyonların hepsinde kasalar düz. Damperli tek bir kamyon yok. Çamurla doldurulan kamyonları, döküm yerinde kasaları kalkmadığı için beraberlerinde götürdükleri işçiler kürekle boşaltıyor. Günde en fazla iki sefer yapabiliyorlar. Oysa bizim kamyonlar damperli, her saate bir sefer. Günlük mesai bitti, hepsi geçici yapılan şantiye barakasının önünde toplandı. ‘’ Paramızı verin, biz gidiyoruz ’’. Başa dönmüş, bizim kamyonlara kalmıştık.

Haberleşme

Giresun’da şantiye barakalarının yapımı hızla devam ediyor. İşçiler için, bizim için, kontrollük teşkilatı için. Bizim barakamız beş bölüm. Proje müdürlüğü ve teknik elemanlar, mutfak ve yemekhane, üç odalı yatakhane bölümü, banyo ve tuvaletler ve son olarak idari işler bölümü. Hepsi tek çatı altında. Bu barakaya şantiye binası diyoruz. Ayrı bir binada iki yatak odası. Ben başlangıçta yalnız yatacağım. A.İhsan karşı odada. Bir oda misafir odası. Patronlar gelince misafir odasında kalacak. Barakalar bitti otel odasından kurtulduk. Gurhan Abi, Ali Abi ve Nejat Abi evli. Onlar ev kiralıyor.

Heyecanım had safhada. Şantiyede ilk gecemi geçireceğim. Mutfak da faaliyete geçti. Akşam yemeğini yedik. Abiler briç oynarken ben de ertesi günkü programımı gözden geçiriyorum. Erken kalkacağım için fazla geçe kalmadım. Yattım ve en sadık arkadaşım kitabımı okumaya başladım. Bir süre sonra her taraf ıssızlaştı. O da ne? Dışardan silah sesleri geliyor. Bir tek, sonra iki el, sonra yine tek, sonra üç vs. Yataktan fırlamadım ama soğukkanlılıkla karşıladığımı söyleyemem. Daha önce silah sesinin buralarda sık sık duyulabileceği ikazı yapılmıştı, ama olsun, yine de ürkütücü.

Sabah ilk işim bizde çalışan aşçı ve çaycıya silah seslerinin anlamını sormak oldu. Meğer tabanca haberleşme aracı olarak da kullanılırmış, özellikle Doğu Karadeniz’de. Bir çeşit Mors alfabesi. İki ay sonra Murat Gülmezoğlu (Murat Abi) mimari işler için şantiyeye gelecek aynı odayı paylaşacağız ve ilk gece silah seslerini duyunca minik (!) göbeğine aldırmasızın yataktan fırlayacaktı. Konuyu anlatıncaya ve onu sakinleştirinceye kadar akla karayı seçtim. Göbek konusunu açmışken bir hikâyecik; kilo versin diye çok uğraştım ve ters tepki yaptı Murat Abiye, sürekli kilo aldı.

Astra Marka Tabanca

Şantiye ofis binasındaki odamızda Murat Abi ile karşılıklı oturmuş, kaynatıyoruz. Ben nasılsa bir tabanca almayı düşündüğümü söylemişim. O sırada çaylarımız gelmiş ve Giresunlu olan çaycımız kulak misafiri olmuş.

Aradan yaklaşık bir hafta geçmişti. Çaycı elinde Astra marka bir tabanca,’’Abi senin için özel seçtim.’’ demez mi. Ben şok geçiriyorum. Ne zaman istedim, kimden istedim, Hiç hatırlamıyorum. Geçen hafta söylediğimi, bunun üzerine tabanca temin işini üzerine aldığını ve el yapımı bu tabancayı uygun gördüğünü heyecanla, birazda övünerek anlatıyor. ‘’Abi sende bir hafta kalsın. Beğenmezsen iade ederiz. Almaya karar verirsen fiyat konusunu konuşuruz.’’ Ben de kabul ettim. Tabancayı masamın çekmecesine attım.

Bir gün Ali Abi benden bir şey istedi. Çekmecelerde arıyorum. Tabancayı da unutmuşum, yoksa açar mıyım o çekmeceyi. Tabanca ortaya çıkar çıkmaz Ali Abi’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. Hikayeyi ne kadar anlatsam da inandıramadım, tabancayı benim zannediyor. Sonradan tabancanın gittiğini gördü ama hala emin değil. Aradan neredeyse kırk sene geçti, hala Giresun Şantiyesi ile ilgili konu açıldığında o tabancayı söyler.

Sahnedeki Fare

Şantiyede hafta sonu var ama hafta sonu tatili yok. Bunu iki nedene dayandırabiliriz. Biri işin süresi, işin büyüklüğüne kıyasla kısa. İkinci neden her ünitenin mukavelede belirtilmiş bitim tarihi var, bu tarihlerden önce biten üniteler için ayrıca erken bitirme primi var. Tabii gecikme cezası da. Demoklesin Kılıcı gibi. Başka bir neden ise yapacak pek bir şey olmaması; en iyisi çalışmak. Pazar günleri daha geç işbaşı yapıyoruz genellikle.

Cumartesi akşamları en büyük eğlencemiz; şehirde akşam yemeği ya da açıkhava sineması. Kışlık sinemamız da var. En sık gelen filimler Türkan Şoray ve Hülya Koçyiğit’in yer aldığı filimler. Bekar olduğumuz için bekarlar yerine oturuyoruz ama olsun. Abilerimizle gidersek özel koltuklar emrimizde. Onlar çünkü eşleri ile geliyor. Şimdi televizyonda gösterilen Türk filmlerinin çoğunun Giresun’da izlemiş olduğum filmler olduğunu görüyorum.

Yazın İstanbul'dan, Ankara'dan müzik grupları, tiyatro toplulukları geliyor. Anadolu turnesine çıktıklarından yalnız bir gösteri oluyor. Hiçbirini kaçırmıyoruz. Temsil ve konserlerde bekar – evli ayırımı yok.

İstanbul’dan bir tiyatro topluluğu geldi. Sahnelenen oyun komedi. Ön sıralarda devlet erkan yer almış. Bizim oturduğumuz yer de fena değil. Birinci perde sona erdi, ikinci perde başladı. Gerçekten çok komik olaylar birbirini izliyor. Herkes neşeli, devamlı gülüyoruz. Gözümden yaşlar geliyor. İşte tam bu sırada kadın oyunculardan biri sahnedeki masanın üstüne sıçradı. Çığlık çığlığa bağırıyor. Biz oyundan bir bölüm diye algılıyoruz, kahkahalar devam ediyor. Oysa oyuncu perişan. Avazı çıktığı kadar anlayamadığımız bir şeyler söylüyor, parmağı ile sahnenin döşemesinde bir noktayı gösteriyor. Orada neredeyse kedi büyüklüğünde bir fare şaşkın şaşkın masaya çıkmış oyuncuya bakıyor. Oyun kısa bir duraklamadan sonra bir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam etti.

Giresun şehrinin kurulduğu bölge Antik çağdan kalan yeraltı kanalları ile kaplı. Amazonların bu bölgede yaşadığı söylenir. Fareler kanalları mesken edinmişler, büyümüşte büyümüşler ve sokakta kedi kovalayacak boyutlara ulaşmışlardı. Ben böyle bir olaya tanık oldum. Fare nüfusunun değişmesi kedilerden bağımsızdı.

TV ile Tanışıyorum

Türkiye’de henüz TV yayını yok. Yalnız İTÜ TV’nin yaptığı sınırlı bit TV yayını var. Ancak İstanbul’da az kişi tarafından izleniyor. Ben o az kişiden biri değilim. Zaten Giresun’a gittikten sonra izleme şansım tamamen kaybetmiştim. Derken dini bayramlardan birinde Trabzon’a gitmeyi planladık.

O sıralarda yeni yol yoktu. Armeniklerde kıvrıla kıvrıla yani sayısız dönemeçerden geçerek Trabzon ulaştık. Otele yerleştik. Bir de ne göreyim: her kat girişinde bir TV. TV’lerin önünde iki koltuk bir de sehpa, mini bir TV seyir salonu oluşturulmuş. Odama eşyaları bıraktım, hemen TV’nin karşısına. Konuşmalar Rusça ama olsun. Büyük bir ilgi ile izliyorum. Yorumunu yapmaya imkan olmayan olaylar ekranda akıyor. Ben de yanıma gelenlerle beraber trene, pardon TV’ ye bakıyoruz, TV’nin siyah beyaz olduğunu da bu arada belirtmeliyim. Bir süre izledikten sonra akşam yemeğine çıktık. Yemekten sonra hedef TV, konuşulanları anlamıyorduk ama olsun.

4 Şubat 2008 Pazartesi

PALANDÖKEN'DEN - Celal Karaca


Selin'imiz Anneannesinin kucaginda sevimli komikliklerle
guluyor, gulduruyor.

Palandoken Daglari, soldaki vadi kayak yapilan Guney Pistinin bir bolumu.


Kayak Merkezinde yapilmis olan ilk buyuk otel (Dedeman I)


Kayak Merkezinde Gondol dedikleri en modern teleferigin kabininden cektigim resim.Ortadaki
dusey siyah cizgi, teleferigin halati,ufuktaki karli daglarin altinda gorulen sis tabakasi, Erzurumu orten kirli hava tabakasi
ne yazik ki...


Zirveye(Ejder) yakin bir yerden Erzuruma dogru bir bakis.


Zirveye yakin bir yerden Guneye dogru bakis, denizden yukseklik yaklasik 3100 metre.


Yanimda Erengul kizim,
arkamda Erzurum... Gunes isinlarinin dik indigi saatlerde
sis tabakasi sehrin gorunmesine izin veriyor.

Dedeman Otel III


Selin'le oyun saatlerimiz... onun gozu yine kaydirakta, salincakta..