31 Ekim 2008 Cuma

BODRUM'UN HAVASI ETKİLEYİCİ

Bedri Kardes,
Bodrum,Gumusluk' te Ali Ozcan hepimize " ikiser onluk" dagitti, yani yirmi sene daha toplanip bulusabiliriz anlamina.Takim 65 'inde, 85'i gorurmuyuz bilmem?
H Sumer




Sevgili Hasan Kardeşim, Bizim Ali'nin eli galiba biraz sıkı. Ben herkese dörder onluk, yani kırkar yıl daha dağıtıyorum. Kıymetini bilin. Veli Akçaoğlu



Canımın içi Veli kardeşim; temenni ettiğin 4x10 için harikasın ama, nasıl icabet edilebileceğine dair projeni de açıklarsan iyi olur. Koltuk değnekleriyle mi? Kollara girenlerin yardımıyla mı? Tahtı-revanlarla mı?....Falan gibi. Bir şekilde vasıl olunduktan sonra, o rakı kadehleri üste başa dökülmeden nasıl kaldırılabilir 4x10 un sonlarında bilmem gari. Tabii, iyimser olmak, kendi kendine moral aşılamak çok çok iyide, ama birde kaçınılması mümkün olmayan gerçekler var be Veli. Ben, orada burada 'amca, amca', 'baba,baba' diyerek, sıra verme, yer verme...., nezaketini gösterenlere bir türlü alışamadım biliyormusun? R.Kertiş



Sevgili Rüstem Kardeşim,
Ben o lafı boşuna söylemedim. Konuya ilham olan yaşanmış bir olay var.
Eşim Sunay Hanım'ın anneannesi 20 yıl önce 80 yaşındaydı. O zamanlar Sunay Hanım, güya anneannesine moral vermek için "anneanne onünde en azından 5-6 sene daha var" derdi. Ben de "Niye öyle diyorsun da 20-30 yıl demiyorsun" diye uyarırdım onu. "Bir insan o kadar yaşar mı?" diye itiraz ederdi. Ama yaşadı. Şimdi 100 yaşında. Hem de 1. ve 2. Dünya Savaşlarının hengamelerini atlatarak geldi bugünlere. Daha ne kadar yaşayacağını kimse bilemez. Öyle önemli rahatsızlıkları da yok. En belirgin rahatsızlığı zihinsel melekelerini yaşlılık yüzünden kaybetmesi. Yani hastalığı yaşlılık. Ne olurdu Sunay Hanım 20-30 yıl deseydi? Zaten olmayan servetimiz mi azalırdı, ömrümüz mü kısalırdı?
Rüstem kardeşim, gelecekle ilgili hassas değerlendirmeler yapmanın alemi yok. Teknoloji ve tıpta inanılmaz ilerlemeler oluyor. Bu bakımdan gelecek yıllarda insan ömrü şimdiye kadar görülmemiş derecede uzayacak. Ölümcül hastalıklar tedavi edilecek. Yapay organlar üretilecek ve organ mağazalarında piyasaya sunulacak. İsteyen dilediğini seçip alacak. Böbrek mi lazım? Seç seç al. Çok paraya uzun ömürlü, az paraya da kısa ömürlü organ alabileceksin. İstersen şimdi kesene göre al, eskiyince yeniden değiştir. Paran varsa, sık sık organ değiştirmek zor geliyorsa pahalı ama uzun ömürlüsünü seç. Her derde deva ilaçlar çıkacak önümüzdeki yıllarda. Bu ilaçlar hem hastalıkları tedavi edecek hem de yaşlanmayı geciktirecek. Velhasıl gelecek yıllar bizler için sürprizlerle dolu.
Öyle karamsar olup koltuk değneklerinden, koltuklamalardan, tahtırevanlardan bahsetme. Şayet o kadar yaşarsak emin ol ki aslanlar gibi yürüyerek katılacağız toplantılara. O yaşlara gelen adam zaten rakısız yapamaz. Bir yolunu bulur etrafa saçmadan içer. Rakıyı üstüne başına döküp ziyan eden adamın o yaşlara kadar yaşamak neyine?
Kendini bilmez gençlerin "amca", "baba" "moruk" gibi kaba hitap tarzları moralini bozmasın. Biraz saygıları olsa, en azından, "baksana birader.." gibisinden daha yakışık biçimde hitap ederlerdi. Ne yapalım, zamane gençleri işte.
Sevgili Rüstem kardeşim, istedin mi böyle isteyeceksin. Öyle korkarak, ezilip bükülerek değil. İstiyoruz!... Borç harç değil, birkaç yüzyıl değil, alt tarafı 40-50 yıl ömür istiyoruz. Ne yani, verilmeyecek bir şey mi istiyoruz? Ne demiş atalarımız! İstemeyen çocuğa mama verilmez. Sonra, bilirsin "İsteyenin bir yüzü...."
Selam, sevgi, sağlıklı günler ve uzun ömürler.
Veli Akçaoğlu


Bravo Veli çok harikasın, şimdi bir şeye de aklım ermiş oldu; hani şu Ergenekon meselesinde sanıklara 600-700 yıl hapis cezası öngörülüyor ya, işte buna bir türlü aklım ermiyordu; nedenini öğrenmiş oldum! Bahsettiğin teknolojiler çabuk gerçekleşse de verilecek cezalar boşa gitmese bari! Rakı meselesine dair küçük bir anım var onu da anlatayım. Atatürk'ün kütüphanecisi Nuri beyin (Şimdi anı kitabı da çıktı.) kızı Bodrum'da yakın komşum olur, O hep söyler; Atatürk: 'Bu millet adam olmaz' diye diye kahrından içerdi diye babası ona anlatırmış.....Emeklerinin ziyan olacağını görmüş demek adam. Kitabı henüz okumadım, böyle bir pasaj var mı? Bilmem. R.Kertiş

BODRUM 40.YIL BULUŞMASI - Veli AKÇAOĞLU

Değerli Dostlar,
23 Ekim sabahı erkenden kalktık. Dostlarımızı yıllar sonra yeniden görmek için sabırsızlanıyoruz. Acaba birbirimizi kolayca tanıyacak mıyız! Yoksa tanıyamıyacak kadar değişiklik oldu mu? Hazırlıklarımızı tamamlayıp saat 11.00'de yola çıktık. Önce Seferihisar'daki yazlığa uğrayıp, belki lazım olur diye mayo ve şortlarımızı aldık. Saat 14.00 te tekrar yola koyulduk. Orada burada oyalanarak, Kuşadası, Söke, Milas üzerinden Bodrum'a vardık. Bir gece önceden Google Earth'te yerini saptamamıza karşın, oteli araya sora bulduk. Saat 18.00'de giriş yaptık. Bizden önce 5-6 aile gelmiş. Yemekte onlarla karşılaştık ve ilk sohbeti başlattık. Yemekten sonra, lobideki bar salonunda sohbetler koyulaştı. Abdülkadir'in hastaneden çıkıp topallayarak gelmesi, Hasan'ın son zamanlarda yaşadığı sağlık sorunlarına karşın onca yolu teperek bizlere katılması duygulandırıcı davranışlardı. Hiçbir bahanesi olmadığı halde aramıza katılmayanlara örnek olmasını diliyoruz. Özellikle Bodrum'un yakın çevresinde ikamet ettikleri halde kutlamaya katılmayanlara. Gece geç saatlere kadar süren sohbetlere doyum olmadı. Yol yorgunluğu, zor da olsa dostlarımızdan yarına kadar ayrılmamıza neden oldu.
24 Ekim sabahı da erken kalkıp kahvaltı salonuna indik. Kahvaltı bahanesiyle yıllardır görmediğimiz dostlarımızla doya doya sohbet ettik. Yemek salonundaki masa düzeni değiştirildi. U şeklinde dizilen masalar, çevredeki dostları daha iyi görme fırsatı yarattı. Birkaç yılda bir düzenlenen bu etkinliklere aynı kişilerin katıldığı anlaşılıyor. Bu yıl hiç görmediğimiz bazı arkadaşlar da aramıza katıldılar ve geçmiş yıllardaki ihmalkarlıklarını bundan sonra tekrarlamayacaklarına dair söz verdiler. Kahvaltı sonrası biz, Yılmaz Tansu'larla yarımada kıyılarını dolaşmağa çıktık. Dostlarımızdan bir kısmı Bodrum'u gezmeğe gitti, bir kısmı da Ali Özcan'la tekne gezisine çıktılar. Orhan, değerli eşi Mine'yi karşılamak için otelde kaldı. Mine'nin gelmesi keyfimize keyif kattı. Akşam yemeği için topluca Gümüşlük'te bir sahil lokantasına gittik. Nefis mezeler, lezzetine doyamadığımız balık çeşitleri ve rakı sohbetleri koyulaştırdı. Okul sıralarında doğru dürüst birkaç cümle bile konuşamadığımız arkadaşlarımızla yeniden dost olduk. Kayıp yılları telafi için -hiç konuşmaz - diye eleştirilen dostlar doyumsuz sohbetlere giriştiler. Eşlerimiz birbirini tanıdıkça, anlatılanları dinledikçe birbirimize ne kadar benzediğimizi hayretle farkettiler. Gece geç saatlere kadar süren ziyafet, unutulmayacak anılarımız içindeki yerini çoktan hak etti. Otele dönünce sohbetler, yorgunluk ve uykusuzluk kendini hissettirinceye kadar devam etti.
25 Ekim 40. Yıl kutlamalarının son günü. Gece geç yatmaktan dolayı sabah 7.30'da denize girme sözü verenler kolay uyanamadı. Kahvaltıya bile geç katıldılar. Kahvaltıdan sonra herkes hazırlıklarını yaptı ve iskeleye indi. İki yepyeni, pırıl pırıl tekneye dağıldık. Beyaz olsalar kuğu gibi diyeceğim ama değil. Deniz kelebeği bunlar. Mavi dalgalar üstünde süzülerek kıyı kıyı yol aldılar ve cennet koylardan birinde yanyana demirlediler. Koydaki su akvaryum gibi. Mayo getirenler hemen denize atladılar. Kimi çivileme, kimi dalarak. İlk anda üşüseler de kısa zamanda suyun serinliğine alıştılar. Uzun uzun keyifle yüzenler öğlen üstü birer ikişer çıkıp giyindiler. Kıç güvertede hazırlanan açık büfedeki yemek ve tatlılar hem çeşit bakımından zengin hem de çok lezzetliydi. Yemekten sonra tavla oynadık. Kutlay'ın kabul günüydü. Herkese yenildi. Şükrüye Hanım, Haydar Gürbüz'ü evire çevire yendi. Güzel vakit geçirdik. Güneş alçalmağa başlayınca serin bir rüzgar çıktı. Kimi havlulara sarınarak, kimi de daha sıkı giyinerek oturdu güvertede. Tekneler dönüşe geçince rüzgar üşütücü bir biçimde esmeğe başladı. Sohbetler teknenin güverte altındaki salonunda sürdürüldü. İskeleye yanaşır yanaşmaz herkes dağıldı ve odalara gidip akşam yemeği hazırlıklarına başladı. Sunay Hanım da arabayı alıp saçını taratmağa gitti. Yarım saat kadar sonra endişeli bir sesle, kaza yaptığını, hemen gelmemi istedi. Orhan'ın arabası ile çıktık. Hasan da yardımımıza koştu. Biraz zor da olsa Sunay'ı bulduk. Teselli ettik. Araba yokuş aşağı kontroldan çıkmış. Sunay da durmak için bir duvara çarptırmış arabayı. Fazla bir hasar yok. Araba çalışıyor. Böyle kazalar herkesin başına gelmiştir. Fazla büyütülmemesi gerekir. Çünkü Sunay Hanım neredeyse 40 yıllık şoför. Elinde olsaydı, çaresi olsaydı bu kazayı yapmazdı. Doğrusunu isterseniz vukuatı benimkiler yanında solda sıfır kalır. Orhan'la Hasan otele döndüler. Yasal prosedür gereği olan tutanaklar tutulduktan, alkol ölçümü yapıldıktan sonra araba ile otele döndük. Hazırlanıp, biraz geç de olsa yemek salonuna indik. Geçmiş olsun dilekleri ve teselli edici sözler bizleri teskin etti. 40. Yıl konuşmaları yapıldı. Ali Özcan, gelecek günlerin etkili politikacısı olacağının belirtisi sayılacak bir söylev yaptı. Ses düzeni ve müzik yoktu ama ne gam! Böylece herkes rahatça sohbet etme olanağına sahip oldu. Müzikli toplantılarda en çok şikayet konusu olan rahatsız edici gürültüden kurtulmuştuk. Ama uygun seviyede bir müziğin eksikliğini duymadık dersem yalan olur. Uçakta bu gece için yer ayırtanlar erken ayrıldılar. Gece geç saatlere kadar süren sohbetler, "yarın vedalaşırız" sözleriyle son buldu. Herkes yorgun ama güzel bir gün geçirdikleri için mutlu olarak odalarına döndü.
26 Ekim sabahı da erken kalktık. Erken yola cıkacak olanları yolcu edeceğiz. Vedalaşmalar kahvaltı ile başladı ve lobide de sürdü. Biz üç dört aile, en sona kalanlar arasındaydık. Remzi Lakerta, İzmir'e dönenleri yol üstündeki Çine Barajı'nı görmeğe davet etti. Orhan ve Mine, ben ve Sunay, Yılmaz ve Günser Hanım, toplantıya yalnız katılan Kutlay, Remzi ile Cemile Hanım'ı takip ederek baraj inşaatına vardık. Görevli mühendisler ve Remzi, ülkemizin önemli barajlarından biri olan beton gövdeli Çine Barajı hakkında ayrıntılı bilgiler verdiler. Resimler çektik. (Bu resimlerden bir kısmını ilişikte görebilirsiniz) Baraj inşaatını gövde üst kotundan bir süre seyrettikten sonra öğle yemeği için şantiye binasına gittik. Remzi güzel bir sofra hazırlatmış. Ali Özcan alınmasın ve sizler de özenmeyin ama masadaki meze ve yemekler hiç de oteldekilerden aşağı değildi. Kutlay rakı kadehlerine sanki kedinin çiğere baktığı gibi imrenerek bakıyordu. Onu üzmemek, özendirmemek için rakılarımızı neredeyse gizli bir şekilde içiyorduk. Rakı yudumları boğazımızdan mideye inerken de aldığımız tadı belli etmemeğe gayret ediyorduk. Yemekte ne yoktu ki! İyisi mi fazla yer tutmasın diye mezeleri atlayıp tandırla başlayayım. Az rastlanacak lezzette bir tandır pişirmiş usta aşçılar. Herkes tıka basa yedi. Sora tatlıya geldi sıra. Kabak tatlısı vardı. Öyle bildiğiniz sıradan bir kabak tatlısı değil bu. Aydın yöresine has bir kabak tatlısı. Çok ince dilimler halinde kesilen kabak, pişerken dağılmasın diye kireç kaymağında bekletiliyormuş. Neredeyse yufka inceliğindeki dilimler şekerde pişirilince şeffaflaşmış. Tabağa konmuş turuncu-kırmızı bir kumaş yığınını andıran tatlı bol cevizle ikram edildi. Lezzetine diyecek yok. Böylesini hiç yememiştim doğrusu. Bu tatlının öncesinde mi, sonrasında mı ikram edildiğini iyice anımsamıyorum ama yediğimiz baklava ve kadayıfı da unutabileceğimizi sanmıyorum. Daha sonra kahve içimek için salona geçtik. Burada da meyve ikram edildi. Hem de öyle az buz değil, koca tabaklarla. Boğazımıza kadar tıka basa dolan midelerimizde bunları alacak yeterli yer ne yazık ki kalmamıştı. Remzi ve Cemile Hanım kendilerini ev sahibi olarak görüyor, etrafımızda dolanıp duruyorlardı. Bir karşımızda el pençe divan durmadıkları kalmıştı. Saat 17.00 sıraları vedalaşırken şantiye binaları önünde yetiştirdikleri deve dişi narlardan birer ikişer tanesini ellerimize tutuşturdular. Vedalaştıktan sonra, gece karanlığına kalmadan evlerimizde olmak isteğiyle arabaları topukladık.
2008 yılının en güzel günlerini geçirdiğimiz 40. Yıl Kutlama Toplantısı böylece sona erdi. Herkese sağlıklı günler diliyorum. Lütfen kendinize iyi bakın. Gelecek yıllarda yapacağımız toplantılara fire vermeden ulaşalım. Selam ve sevgilerimle.
Veli Akçaoğlu

40.YIL-BODRUM İSİS OTEL Veli



30 Ekim 2008 Perşembe

40.YIL-BODRUM İSİS OTEL Celal

Henuz batmis gunesin kizilligi, denize de yansimis... Sira sira balik meyhaneleri, cay bahceleri ucun ucun aydinlatiliyor. Kafilemiz, ucerli,beserli, onarli gruplarla kumlu sahilde keyfli yuruyusunu yapiyor ve Mimoza'nin masalarina yerlesmekte karar kiliyor. Toplu resimler cekiliyor, masadan masaya satasmalar, gulusmeler, 45 yillik ani arsivini aciyor. Taze salatalar, mezeler esliginde kadehler kaldiriliyor. Serefe, sagliga, bir dahaki bulusmalara iciliyor. Ucbes cumlelik konusmalar arasinda, " ...benden size yirmi kagit..." sakasiyla, yirmi yil daha bir araya gelebilecegimiz ima ediliyor. Kizarmis taze baliklar da sofralari susledikten sonra cakirkef olunuyor, muhabbetler koyulasiyor, birbirlerine yansittiklari gulucuklerin tatli agdasiyla 68 liler, Gumuslukten bir tatli huzur aliyor.... Cumartesi sabahi kahvaltidan biraz sonra, nefis bir mavi yolculuk basliyor. Bir tarafta Bodrumun yesil tepeleri ve beyaz villalari, diger tarafta kucuk adaciklarin arasinda mavi denizde yol aliniyor. Berrak suyu, yesil renkteki deniziyle kucuk bir koy dikkati cekiyor, dayanilamiyor, daha demirler atilirken denize atlanmaga baslaniyor. Kimi ozel havuza benzetiyor cennetin bu kosesini kimi akvaryum diyor. Saatlerce yuzuluyor, kelimenin tam anlamiyla denizin tadi cikariliyor. Aksama dogru otelin lobisinde, ucerli beserli gruplar olusuyor. Hastalarindan ve girdigi ameliyatlardan ancak firsat ayırabilmis olan Dr. Mine Hanim, ( Orhan Yuksel Hoca'nin esi) son aksam da olsa aramiza katiliyor, hemen etrafi sariliyor. Birtakim tibbi sohbetlerin ardindan cagdas duzeyde bir filozofik muhabbet surup gidiyor. Tum arkadaslar ve degerli esleri, goz kamastiran şık kiyafetleriyle aksam yemeginde bir araya geliyorlar. Karsilikli kadeh kaldirmalarin ve guzel yemeklerin ardindan sevgili Cengiz kardesimiz, kisa bir tesekkur konusmasi yapiyor. Sevgili Attila Incekara ve M.Ali Ozkaya, guzel sesleriyle karsilikli olarak guzel bir sarki baslatiyorlar hepimizin koroya katilmamizi sagliyorlar. Sagimda oturan sevgili Kutlay, sesli dusunur gibi bana soruyor : "...Kirk yil oldumu be yahu.." ne cabuk gecti... der gibi. Cok basitce cevapliyorum : Evet Kutlaycigim, 2008 den 1968 i cikarirsak kirk kalir...diyorum. Sevgili Munevver Bulut'un, " 68 liler, ulkemizde hakettikleri yeri alamadilar " demesi uzerine sevgili Ali Ozcan, yasadigimiz gunlerin mana ve ehemmiyetine iliskin onemli politik aciklamalarda bulunuyor. Her yil toplanilmaya soz verilmesi isteniyor ....sozler kolayca veriliyor... Pazar sabahi, ucagin geri donus saatleri, yolculuk hazirliklari konusulur oluyor. Hayal miydi, gercek miydi diyebilecegimiz, felekten calinan birkac gunluk birlikteliklerden biri daha ve mavilikler icindeki Bodrum geride birakiliyor...
Sevgi ve selamlarimla.
Celal

Not: Cok kisa gectigimin farkindayim, ozetin ozeti gibi... Birkac katilimcidan daha dinlemenin keyfi bir baska olur.... Ama bulusmanin gercek tadi, katilmakla alinir olsa gerek....

40.YIL-BODRUM İSİS OTEL Nejat-VI