30 Haziran 2020 Salı

Kedi Merdiveni

   Cengizcigim,
Gonderdigin Dama Oyunu, enfes birseydi.Defalarca izledim ve
kagida naklettim. Gerci ben, iyi duzeyde satranc oynadim da
dama oyununu fazla ilerletemedim.Ancak oyunlarin en guzellerindendir.
Polisiye roman ve hikayelerin ilki sayilabilecek Morg Sokagi Cinayeti'ni
yazan Edgar Allen Poe, Satranc ve Damayi kiyaslarken,satrancin
cok karisik oldugunu, dolayisiyla uc bes hamleden daha ilerisini
gormenin zor oldugunu, Dama'nin ise biraz daha sade ama cok
ilerilere kadar oyun kurmaga musait oldugunu belirtir.
Tarsus'ta, sehrin gobegine oldukca yakin bir yerde bir hoyuk
(Tepe) vardi. Ben o tepeyi Ankaranin Hacettepesine benzetirim.
Orada da insanlar hacetlerini giderirdi.Sonradan, belediye orasini
agaclandirdi ve guzel bir acikhava bahcesi yaptiydi.Barajda takildigimiz
yilin yazinda oraya cikar, cok guzel Dama oyniyan yasli amcalari
seyrederdim. Aman ne tabirler... Ne sakalar ne takilmalar..
Senin gonderdigin oyuna benzer komple oyunlar... Hic unutmuyorum,
oyunlardan birinin adi Arap Kuyusu.. demek bu kuyuya bir dusen
biraz zor cikar... herhalde.. Bir digerinin adi Verem.. Yani
bu oyuna dusen iflah olmuyor anlasilan.. Bir tanesinin adi, Kanat
veya Kus Kanadi... O biraz riskli bir oyun.. Rakip eger onlemini
alirsa, Kayyim(Beraberlik demek oluyor) elde edebilir hatta
oyunu bile alabilir.. Hele bir tanesinin adi da kendisi de cok
komikti , ondan hic unutmuyorum... Kedi Merdiveni... Bu oyunda
da oyuna girisen kisi, minik minik yemlemelerle (Yani ard arda
birer ikiser tas vererek) belli bir yere ulasir ...ve mesela damaya
cikar... Bu yuzden onun adi Kedi Merdiveni..
  Sonralari, bizim kusak, Tarsusun kahvelerine satranci getirdi.
1973 te Kars ve Agri'da kahvelerde satranc oynandigini gordum.
    Simdilerde ise, fiyakali ekipmaniyla, sakidik sukuduk gurultusuyle
ne idugu bilinmez Hokey ismiyle, Konken bozuntusu, yoz bir oyun
kahvelerin orta gobegini kapladi. Binyillarin mirasi Dama, kosesine
cekildi.. Birgun ,Edirneye gittigimiz gibi, yolum cici bir Anadolu
kahvesine dusse de, Kedi Merdivenlerini ,Arap Kuyularini dinliyebilsem
bari.. Hasret gidersek eski kulturlerimizle.
Tesekkur eder gozlerinden operim Cengizcigim.
Selamlar sevgiler.
Celal Karaca
_

Çocukluğumun Kış Günleri



13 OCAK 2004 7:35:30
Nejat Kardeşim,
Albümünü incelerken çocukluğumun kış günlerini acı ile karışık bir özlemle anımsadım. Bahçeyi kalın bir pamuk yorgan gibi örten lekesiz karın göz kamaştıran beyazlığını anımsadım. Kar topu oynamak için yalınayak dışarı koşup, ayaklarım acıdan sızlayıncaya kadar oynadıktan sonra tekrar soba başına döndüğüm kışları anımsadım. Ayaklarım üşümesin diye, lastik papuçlarımı, içinde eski gazeteleri yakarak ısıttığım soğuk kiş günlerini anımsadım. Birkaç kömür parçası koyduğumuz sobayı, altında saman yakarak tutuşturduğum çocukluk günlerimin kışlarını anımsadım. Neden bilmem, çok duygulandım.
Veli Akcaoğlu

Sevgili kardeşlerim,

Veli kardeşim 13 Ocak 2004 tarihinde çok duygu dolu bir yazı göndermiş bana. O yazı beni öyle etkilemiş ki altı yıl sonra kar kelimesi bende hemen o yazıyı çağrıştırdı. Her yeri aradım bulamadım. Günlükleri ve arşivleri ile belgeleri düzenli olduğu için o bulmuş ve bana gönderdi. Ben çok daha uzun bir yazı olarak hatırlıyordum. Etkisi büyük olduğu için bende öyle derin iz bırakmış.

Ben de Veli'den geri kalırmıyım. Eskileri karıştırmaya devam...

Biz yahoo grubumuzu 14 Ocak 2004 tarihinde kurmuşuz. Yazı bana 7 Ocak 2004 tarihinde gelmiş. Grubu kurmamızda böyle güzel yazıların ve Hasan'ın Fas'dan gönderdiği fotğrafların etkisi olmuştur muhakkak. Oğuz da güzel satırlar yazmış başlarken. Veli Oğuz'a gruba gelişin kısa ömürlü olmasın diye yazmış. Gerçekten Oğuz hep karabatak gibi davrandı sonraları. Arkadaşlar birbirlerini tanıyorlar. Oğuz şu aralar bize fotoğraf bile gönderiyor. İlk yazışmalarımızı okumanızı öneririm.
http://groups.yahoo.com/group/itu68ins/messages/1?l=1

Veli kardeşimin yazısı hepsinden önemli. Kayıtlara geçirmiş olduk.

Bu güzel satırlarını bizlerle paylaştığın için sana teşekkür ediyorum Veli kardeşim.

Sevgilerimle
Nejat


---------- Yönlendirilmiş ileti ----------
Kimden: Veli Akçaoğlu <veliakcaoglu@gmail.com>
Tarih: 07 Şubat 2010 20:18
Konu: Eski kar yazısı
Kime: Nejat Uğurlu <nejatugurlu@gmail.com>


Sevgili Nejat Kardeşim,
2004 yılında gönderdiğin karlı İstanbul manzaralarını gördükten sonra sana yazdığım yazıyı biraz önce buldum.
Tekrar okudum, yine duygulandım. Yazıyı bir kere daha gönderiyorum. Biryerlerde bulunsun.
Selam, sevgi ve sağlıklı günler. 
Veli Akçaoğlu 

Trakya'lının Aşk Mektubu

A be günaydın Celal kardaşım.
Bu yazıcaazı bizim oralardan bi aretlik görüp bana yollamış. Ben de cok begendim be yavu.
Doğrusunu istersen "elmiş ninem" ne demek ben de annamadım. Bi soralım bakalım. Onu annamadın da, "çulu yoluna" ne demek annadın mı be aretlik?
Yazıyı gönderene bu soruları yönelttim. Bakalım ne deyecek kapçık aazlı.
A be oşça kalasın.
Veli Akçaoğlu
----- Original Message ----
From: Celal Karaca <karaca.celal@gmail.com>
To: itu68ins@googlegroups.com
Sent: Wednesday, December 12, 2007 11:31:29 AM
Subject: ITU68INS Re: Fw: Trakyalının aşk mektubu :)))))

 
          Sevgili Veli,
     Nerden buldun bu edebi saheseri be yavu...
  Gercekten nefis, Cengiz ile Hikmet Gul'un
kulaklari cinlasin, okuyup okuyup yerlere
yatiyorlardir cunku ben de oyle yaptim.
    Bir yigin sozcugu ancak biraz dusundukten
sokebildim, "elmis ninem" haric... Acaba
Halime Nine'nin kisaltilmisi mi..
    Her halukarda bu definenin geri kalanini
 ve ev satinalma pazarligini, reklamlariyle
detaylariyle isteriz vallahi.
    Sevgi ve selamlar
       Celal

 
2007/12/12, Veli Akcaoglu <veliakcaoglu@yahoo.com>:
 
Trakyalının aşk mektubu :)))))


sevgilim Asibe

Te bu aşam zamanlarıda epten akılcımı alır, gözümü
göğnümü bi oş edersin beyav.abe Allah belacımı versin
seni cuk severim. Ne derim sana bu aşk beni canımdan
etmezse gene iyi. Yatmazmıyım yatacıma abe bi direm
uyku girmez güzlerime. Dün o yanı dün bu yanı ep gene
silinmez senin ayalin beya. Günlerdir ekimekten sudan
kesildim artıkım. Tarlada elim çapa tutmaz, gayfide
desen ne bi laf iderim akıdeşleynen ne 66 uynarım.
Düşün bubam düşün. Recep ağanın sıpası gibi önüme baka
baka solurum. Aşamları sizin maallede sülerim 'yârim
sende vifa yokmu' şarkısını. Duyarsın elbet, elmiş
ninem bilem diğner. Anlarım kızanım seni anlarım der.
Ama üzmeyesin boşuna datlı canını unda u buba varken
vermez asibeyi sana der ep. İşte u zaman çeltik
tarlasına döner galbim ehpten gene vıcık vıcık. Şu
buban olucak gapçık ağızlıyı yola getiremezmisin beya.
Âşıklık çekeriz bilirsin işte. Eriye eriye gündöndü
sapına döndük anacını satımının. Az çok zanatimiz de
var. Yaparız fıtımış'ın baçade bi düğün. Daktırırım
beş dane cumuriyet, alırım uzun tülü mantu, alırım kul
çantası, alırım içine allık bilem. Süle anana aşama
bunları çıtlatsın bubana. Yoğsam atar em vallahi em
billahi damarları beğnimin. Buzmayasın adamın aklini.
Yarın gecem alil'le rasim'i yanıma gatıp senide
ısmayılın cibe atıp, çıktıkmı çulu yoluna bokumu
yetişirler arkamıza. Te ben adama buguda sülerim kal
sağlıcakla.

Seni seven sevgilin;
Yolsuzların Sarı Mümin


 
 


Be a better friend, newshound, and know-it-all with Yahoo! Mobile. Try it now.



Looking for last minute shopping deals? Find them fast with Yahoo! Search.
Click here to Reply
me (Nejat Uğurlu change)
13/12/2007
Veli kardeşim,

Ben de Şarköy'de 1961 yılında iki ay bulunmuştum. Onun için az buçuk anlıyorum Trakya ağzını.

elmiş ninem   ermiş ninem
çullu yolu    çorlu yolu olabilir.
Benim hoşuma giden kelime uzun tülü mantu oldu. O da gelinlik olsa gerek
Ehpten diyerek gerçekten tam söylenişin yansıtılması da çok başarılı. Hepten demeyi bu kadar iyi gözlemleyen birisi bu işi çok iyi yapmıış.

Bizim Azeri kelimeler pek ilgi çekmedi nedense.

Sevgiler ve selamlar.
Nejat Uğurlu
- show quoted text -
Mark as complete
Celal Karaca
13/12/2007
 
      A be canim kardasim,
  Onu da anlamamisimdir da, "Corlu Yolu"
veya adini bilmedigimiz bir koy veya nahiyenin
yoludur diye yorumlayip gecmisimdir, cunku
belli ki bir yer adidir.
   Ama " Elmis Nine " onemlidir be yavu...
(H)em azicikin copcatanliga benzer bir tavir
icindedir (h)emi de oglancagiza arka cikmaktadir.
Halime veya ona benzer bir ismin, Trakya
gramerine gore kisaltilip sevimlilestirilmis
haline benziyor.
    Saka bir yana bu mektup, uzun cumleli edebi
bir mektuptan fazlasini anlatiyor, sadece Trakyaliya tabii.
    Hiyeroglif, civi yazisi vs. ile yazilmis metinler,
aslinda bu tip yazilardan daha da sade. Nerdeyse,
kelimeler ardi ardina dizilmis gibi.. Kelimelerin sonuna
"-i", "-de", "-den", "-ni", "-nin" ...gibi takilari
tercumeciler yakistiriyor.
    Kozak yoresinde koy Turkcesi dinlemeye
hasret kaldim, anlamadigim bir yigin kelime
cikiyor ama, " bu yer adi.. bu da bir yiyecek adi olmali.."
gibisinden yorumlarla yetiniyorum. Fakat konusmanin
bir de vurgu, inis cikis, musiki yani var ki mest oluyorum
dinlerken.
    Tesekkur ederim, sevgi ve selamlar
         Celal

30 Haziran 2010 Çarşamba

HASAN SÜMER'DEN ANILAR - I


AZİZ NESİN

Aziz Nesin babamın yakın arkadaşı, Levent' te bir küçük kitapçı dükkanı işletirdi, ben ilkokuldayım, bir veya ikinci sınıf,,.Pazar günleri ziyaretine gidilen dönemler. Bizim peder, nereden buluyorsa, Zoşçenko'nun kitaplarını getirtir, bak Aziz, böyle kısa hikayeler yaz derdi,,,,,

....devamı çok seneler sonra,,,, galiba İTÜ'nün ilk seneleri idi, Mahmutpaşa'nın üst tarafı, Cumhuriyet gazetesinin hemen yanı, babamın dokuma atölyesinde, beyaz peynir eşliğinde, çay bardağında rakı kadehleri, Zeki Alasya ve Metin Akpınar'ın, Devekuşu Tiyatrosu'ndaki ilk oyunları,,,bilmem konularını hatırlar mısınız ? ,,, kim getirirdi kim götürürdü şimdi hatırlamıyorum, Aziz Bey, babam ve ortağı, o oyunların senaryolarını okur, pasajlar eklerler veya çıkarırlar, yardımcı olmaya çalışırlardı.

Şimdi bizimkilerin üçü de rahmetli,,,

İşte bir hikaye kelimesinin bende yaptığı çağrışımlar,,,

Çehov, Zoşçenko ve Aziz Nesin'in hikayeleri, yerlerini hiç bir şeyin dolduramıyacağı, tekrar okudukça okuyası gelen hikayeler,

ÇEHOV
Sovyetler'in, parçalanmadan evvel ve sonraki dönemini yaşadım. Eski dönemde Yalta'da bir çocuk hastahanesi inşaatının proje müdürlüğünü yaptığım sırada, Yalta'da, Çehov festivali düzenlenirdi. Hastalandıktan sonra, havasi iyi gelir diye(verem) yakın arkadaşlarından, dönemin meşhur mimarlarından biri Yalta'da müthiş bir villa yapar ve kendisine hediye eder. Çehov villayı çok sever ve Yalta'ya yerleşir. Karısı meşhur bir operacı biraz da gözü dışarlarda, o dönem popüler bir kadın. Araları bir türlü düzelmez ve Çehov kendini tamamen Yalta'ya adar. Önce bir verem sanatoryum'u, derken hala kullanılan bir tiyatro binasi inşa ettirir.

Sovyetler döneminde , anısına her sene Yalta'da Çehov festivali düzenlenmeye başlanır. Festivalin özelliği, ilk oyunun daima Çehov'un villasında, çok büyük bir mekan olan çalışma salonunda oynanması. Bu oyunda rol alabilmek, Sovyet sanatçıları arasında bir ödül sayılır ve devletin ileri gelenleri bu gösteride boy gösterirlerdi. Salona sadece elli koltuk konur, oyunun gidişatına göre koltuklara yer değiştirirlerdi. 
Nasil becerdi isem, 1991 yılında bir davetiye de bana nasip oldu. O gece "Üc kızkardeş"i sahneledilerdi. İkinci perde bir ziyafet sofrasında geçer. Gerçek bir ziyafet masasında, seyirciler ve oyuncular karışık oturtulduktu, Etkilenmemek elde değildi,,,oyun bitince aynı mekanda kokteyl sırasında oyuncularla tanıştırıldık. Benim Türk olduğumu öğrendiklerinde, oyunun afişlerini imzalayıp, İstanbul'da AKM'ye teslim etmemi istediler, bir geldiğimde vermiştim,,

26 Şubat 2009 Perşembe

GALİP BOZACI'dan 67lilere

Arkadaşımızın kendisini 68li olarak da hissettiğini umarak ve hoşgörüsüne sığınarak iletisini yayınlıyorum. O artık bizim de grubumuzdadır. Yazı ve şiirlerini bekliyoruz.

Nejat Uğurlu


Sevgili arkadaşlarım,

Bugüne dek haftada bir akşam gönderilerinizde dolaşmakla yetindim. Postalaşmaya daha aktif katılma kararını Küre gezimiz esnasında aldım. Tam size yazmak için oturdum ki 6 yaşındaki torunum hışımla eve girdi. Aleti nereye saklayacağımı bilemedim.(kendisi biraz bilgisayar canavarıdır) Bu arada ‘gönder’e basmışım. Ama iyi oldu, güzel şamata oldu. Hepinizi çok seviyorum; geçelim...

Kuşkusuz bizim her gezimiz güzel ve tatlı geçmiştir ama bu son gezimiz içerik ve içtenlik açısından bir başka oldu. Biz galiba yaşlandıkça birbirimizi daha bir arıyoruz. Küre gezimiz bizden beklenmesi gerekeni vermeğe başladı gibi geldi bana. ‘Neden’ derseniz:

Örneğin Orhan Terzioğlu arkadaşımızın ‘doğuda bir yerde bir okul ya da öğrenci yurdu yaptırmamız’ girişimi beni çok heyecanlandırdı. Sonra,‘ilk fırsatta birlikte bir Yunanistan gezisi yapma’ önerisinin yoğun kabul görmesi de beni sevindirdi.

Ayrıca, her birimiz ilginç mesleki anılarını ve yorumlarını yazsa, bunları toplayıp bir seleksiyona tabi tutsak, ortaya güzel bir kitap çıksa fena mı olur? Güngör Zincirli’nin anılarının, Celal Karaca’nın çevre konusundaki ve Şükrü Kütük’ün gezi alanındaki bilgi birikimlerinin başlı başına ambalajlanmış birer kitap olduğuna inanıyorum. Ve diyorum ki bunlara bu kitapları döve döve yazdıralım. (Uygun bulursanız dövme görevini ben üstlenebilirim.) Kim bilir içimizde daha ne cevherler var... onları da dövelim.

Ben de emekli olduktan sonra edebiyatla yeniden ilgilenmeye başladım. Bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Bu uğraş beni mutlu ediyor.

Size haftada bir şiir postalamayı düşünüyorum. Ancak, biliyorum ki şiir rakı gibi bir şeydir, sevene nefis anlar yaşatır; sevmeyenin ise genzini yakar, midesini bulandırır. Sevmeyenler lütfen okumasın şiirlerimi.

Lafı çok uzattık; bu akşamki şiirim kısa olsun:

DAĞ OTELİ

Sağ ol var ol dağ oteli, geldiğime değdi

Bunca yıllık yanılgımı sen düzelttin

Gördüm ki

Tomurcukta sandığım dallar gövermiş

Gördüm ki

Ayıların iyisini armutlar yermiş.

G.B.

23 Şubat 2009 Pazartesi

KİM BU HARUN KARADENİZ ?

Sevgili Arkadaşlar

Harun Karadeniz kardeşimiz hakkında yazılmış enteresan bir yazı.
Bugünlerde içinde bulunduğumuz ortamı iyi analiz etmek için... Harunu ve
mücadelesini bir daha hatırlamakta herhalde çok fayda var.

Selamlar

Berat KARABAY

http://www.alucrahaber.com/mahmut-urkac/kim-bu-harun-karadeniz.html

Sevgili Berat,
Cok anlamli bir yazi bulmussun.Gidenlerin hatiralarini ve fikirlerini
yasatmak icin Nejat'in hazirladigi Blogda yer ayirabilirsek cok guzel olur
.68'li olmakla ovundugumuz kusagin icimizdeki fikir onderlerlerini yasatmis
oluruz.Fikirleri ugruna can veren vatan evlatlarina karsi gorevimizi yapmis
oluruz.Genclerimize gecmisi ogretmis oluruz diye dusunuyorum.YT (Yılmaz TANSU)

KİM BU HARUN KARADENİZ ?

Yazar Mahmut URKAÇ
23/03/2007

Değerli hemşerilerim, sevgili Alucralılar...
Bir hareket, bir oluşum, bir mücadelenin kıvılcımları.
Yıllardır bekledi Alucra insanı ve Alucra genci. Şimdi de gençlik grupları furyası çıktı gidiyor ağır aksak.

Ama ben bu konuyla ilgili konuşmayacağım. Bir önceki yazımda Alucra Gençlik Hareketleri hakkında karalamıştım birkaç satır. Patronların, işbirlikçilerin ve sermaye yanlısı insanların 50 yıldan beri ülke yönettikleri topraklarda, ne kadar gençlik hareketlerinden bahsetsek te, birşeyler karalasak ta, samimi anlamda ''özgür ve tam bağımsız bir memleket'' için mücadele eden gençliği anlatmak benim kalemimi çok zorlayacak. İlçemiz ve gençlerimiz, Alucra Vakfı Gençlik Komitesi'ni gördü, tanıdı ve sevdi, Alged'i kurdu ama bir genç var ki; onu hiç tanımadı. Bu genç, ne sıradan bir gençlik oluşumu üyesiydi, nede bir dernek gönüllüsü. Kimine göre savunduğu fikirler zırvalıktı, kimine göre o genç anarşi yandaşlısıydı, kimine göre ise o geç bir bölücüydü. Ama Alucra'da bir çok kişinin bilmediği birşey vardı: O insan, Amerika'ya ve Amerikancılara karşı mücadele etmiş bir kahramandı, ve bu kahraman ALUCRA'LIYDI. O'nun dünya görüşü Alucra'lıya çok yanlış görünse de, O hayatı destan olmuş bir yiğitti. O Harun KARADENİZ' di...

Harun KARADENİZ, 1942 yılında Alucra Armutlu Köyü' nde dünyaya gelir. Yoksul bir çiftçi ailenin oğludur. 1962'de İTÜ İnşaat Fakültesine girer. Öğrencilik yıllarında Öğrenci Derneği başkanlığı ve İTÜ Öğrenci Birliği başkanlığı yapar. Kısa süre içinde anti-faşist gençliğin militan kadrolarından biri olmayı başarır. Birçok anti-emperyalist eylemin en ön saflarında, boykotlarda, okul işgallerinde kitleye ajitasyon çeken, onları yönlendiren Harun Karadeniz’dir. 12 Mart cuntası sonrası TKP ve Dev-Genç davalarından yargılanır. Dev-Genç davasından tutukluyken hapishanede yakalandığı rahatsızlık, 15 Ağustos 1975’de onu mücadeleden koparır.

Harun Karadeniz, 1942’de Armutlu köyünde dünyaya gözlerini açıyor. Çocukluk dönemi, ülkemiz emekçilerinin yaşadığı gibi yoksulluk içinde geçiyor. Yıllar sonra ilkokula başladığında yazdığı anılarında, kapitalizmin pisliğinin masum çocukların beynine nasıl akıtılmaya çalışıldığını üniversite sıralarında anladığını dile getiriyor. Harun Karadeniz, tutarlı bir anti-komünist olan ilkokul öğretmeninden Komünizmin; yani sınıfsız, sömürüsüz bir dünyanın ne kötü(!) bir şey olduğunu öğreniyor o yıllarda. Ortaokulu da köyünde okuyan Karadeniz, liseyi okumak için Samsun'a gidiyor. Komünizmin aslında kötü bir şey olmadığını edebiyat öğretmeninden duyduğu "Herkesin buzdolabı sahibi olacağı bir düzen" örneğiyle öğreniyor ve böylece "nasıl herkesin buzdolabı sahibi olabileceğini" araştırmaya başlıyor. Sonrasında İTÜ İnşaat Mühendisliği öğrenciliği başlıyor.

Öğreniminin ilk yıllarında sadece düzene karşı bir tepki duyuyor ve eğitim sorunlarının ülke sorunlarından bağımsız olmadığının henüz farkına varamadığından çeşitli öğrenci derneklerine üye oluyor. Ülkedeki genel atmosferinde etkisiyle artık derneklerde eşitlik, özgürlük gibi sözler fısıldanmaya başlıyor. Harun Karadeniz'in öfkesi ve değiştirme isteği onun okul derneklerindeki anlamsız tartışmaların okulun dışına çıkamayan başlıklar olduğunu anlamasına ve eğitimin paralı olana verilip, parasız olana verilmemesinin aslında kapitalizmin değişmez bir yasası olduğunu anlamasına yol açıyor. "Olaylı Yıllar ve Gençlik" adlı kitabında şöyle diyor Karadeniz: "Kapitalist düzende ekonomik yapının gereğine uygun olarak düzenlenen eğitim kurumları gerçekte birer robotlaştırma kurumu olarak çalışmaktadırlar. Öğrencilere 'Memleket meseleleri sizin neyinize gerek, oturup dersinizi çalışın, okulunuzu bitirin' diyenler, gerçekte öğrencilerin robot meslek adamları olarak yetişmesini isteyen egemen sınıfın isteğini dile getirmektedirler. Bu duruma göre öğrenciler dersleri dışında hiçbir ülke sorunuyla ilgilenmeksizin ders çalışıp okulu bitirecekler ve bir işe girerek üretime katılacaklardır. Yani, öğrenciler kim için, ne için üretim yaptıklarını düşünmeksizin üretim yapan bir robot, bir üretim aracı olacaktır."

Onurlu bir geleceğe kavuşmanın yolunun, (Emperyalizmin işbirlikçisi olan) sermayedarları ülkeden kovup, emekçilerin iktidarı olan sosyalizmi hedeflemekten geçtiği görüşüne yakınlaşıyor ve tüm bunların sonucunda, okulda yayılmaya başlayan Fikir kulüplerine'ne üye oluyor. Sonrasında Türkiye İşçi Partisi(TİP) ile tanışıyor ve sosyalizm mücadelesinin saflarında, kapitalizm ve onun çocuğu emperyalizme karşı sesini yükseltiyor. Harun Karadeniz'in hayatının herhangi bir kesitini, yürüttüğü mücadeleden ayrı bir yere koyarak anlatmak mümkün değil. Yankiler (ABD 6.Filo askerleri) denize dökülürken, öğrencisi olduğu İTÜ'nün işgalinde eşit, parasız, bilimsel eğitim sloganı atılırken onu hep en önlerde görüyoruz. Belki bizim toplumumuzun, yani Alucra'lının gözünde bir öcü olan Deniz Gezmişlerin, Yusufların, Hüseyinlerin yanında görüyoruz.
O' nun verdiği mücadelede ne kadar samimi olduğunu şu sözleri ile belki biraz anlayabiliriz;

"İstanbul'a geldikten sonra öğreniyorum ki, ben içerideyken karım İstanbul Sıkıyönetim Adli Müşaviri Turgut Akan'a çıkmış ve: "Kocamı hangi suçla tutuyorsunuz? Sağlığı iyi değil, hayati tehlike söz konusu. Sağlık kurulları ve klinik raporları bu durumu belirtiyor" demiş. Adli Müşavir'in cevabı ise benim Ankara öykümün içyüzünü açıklamaya yeter de artar bile: "Ölsün istiyoruz" demiş Adli Müşavir. "O eline silah almadı; eğer eline silah alsaydı işini bitirmek çok kolaydı. O bizim için eline silah alanlardan daha tehlikeli ve onun için de ölsün istiyoruz." Bu sözler 1972 yılı sonbaharında söylendi. Şu an yıl 1975 ve aylardan şubat. Benim sağ kolum kesildi ve fakat ölmedim…"

O anti-emperyalist mücadeleyi hiç bırakmadı ve olanları kadere yormadı. Çünkü biliyordu ki kurtuluş işçi sınıfının ellerindeydi. Gençlerin yapması gereken de işçi sınıfının yanında yer alıp, sosyalizm için birlikte mücadele vermekti. 1975 yılında kaybettiğimiz hemşerimiz Harun’un mücadelesi biz Alucralılara çok şeyler öğretmemiş olabilir. Fakat bugün bile bir çok dernekte, vakıfta ve kendilerini sosyalist olarak adlandıran vatandaşların evlerinin duvarında, sokaklarda resimleri asılı olan Gençlik Liderlerinden Harun'un fikirleri, o düşüncedeki insanlara çok şey öğretti. "Bu ülke nasıl kalkınır" sorusuna ürettiği cevap ise, hâlâ geçerliliğini koruyor.

Gençliği ülke sorunları ile ilgilenmeyen bir ulusun sonu gelmiş demektir. Gençlik olarak biz, ülke sorunları ile ilgilenmeyi görev biliyoruz ve ülke sorunlarıyla ilgilenip etken olduğumuz ölçüde görevimizi yaptığımıza inanıyoruz. Çünkü ülkenin geleceği, gençliğin geleceğinden ayrı düşünülemez. Eğer Harun Karadeniz hemşehrimizin yanlış veya doğru, düşünceleri uğruna, fikirleri uğruna, verdiği mücadele uğruna ölmesini idrak edebilirsek Alucra Gençliği olarak verdiğimiz mücadelenin neresinde olduğumuzu da idrak ederiz. Biz Alucramızın sorunları ile ilgilenmekle, gerçekte kendi geleceğimize sahip çıkmış oluyoruz. Harun, Kıbrıs’ta yolumuzu kesen 6. filonun, İstanbul Limanı’nda demirlemesine, Denizler ile en önde karşı çıktı ve başardı da. Bizler de Alucralılar olarak, Armutlulu Harun'un mücadele ruhundan paye kaparak gençlik destanları yazabiliriz. Belki 6. filo Alucra' ya gelmeyecek. Ama bir mucize olur da gelirse, Harunlar gibi 6. filoyu denize dökecek gençler yetiştirmeli ve çağdaş uygarlıkta Alucra' yı, Alucralıyı en güzel yerlere taşıyacak genç dimağların temelini atmalıyız. Alucra'da küçük bir azınlığın, yani yaz ayları kodamanlarının yararına robatlaşmayalım. Büyük çoğunluğun, yani Alucralının ve Alucra'nın yararına çalışarak insanlaşalım.

HARUN belki benim fikrim değildi,
Belki dedikleri zikrim değildi,
Biz yaz-bahar ağa, paşa, bey derken,
O ne ağa dedi, ne de eğildi...

Kimilerimize göre doğru, kimilerimize göre yanlış fikirleri de olsa, 68'li yılların gençlik önderlerinin en önemlilerinden olan Harun KARADENİZ'i, Alucra topraklarında yetişmiş bir hemşerimiz olarak sizlerle paylaşmak istedim. O gerçek bir Atatürkçü, gerçekten Tam Bağımsız bir Türkiye sevdalısı bir gençti. Onun mücadelesi tüm Alucra gençliğine örnek bir mücadele idi.

Sevgilerimle MAHMUT URKAÇ...